MARCO LAVOIE’NİN ÇOK TARTIŞILAN HAYATTA KALMA ÖYKÜSÜ
21 Ekim 2013 günü, Quebec (Kanada) Polis Ofisine bir kayıp ihbarı yapıldı. Bir arkadaşı, tek başına bir kano gezisi yapmak üzere 3 ay önce evden ayrılan 44 yaşında ki Marco Lavoie‘nin hala dönmediği bildiriyordu.
Ekipler hemen harekete geçti… Aramanın 2. günü, Mattagami Gölü civarında Marco Lavoie’yi buldular. Mevsimin ilk karının düştüğü bu çok soğuk günde, Marco hipotermiye girmiş ve ölmek üzereydi. Bulunduğu yer helikopter inişine müsait olmadığı için, aşağıya indirilen ekipler, onu helikoptere alabilecekleri bir bölgeye kadar 2 km.sırtlarında taşımak zorunda kaldılar. Nihayetinde Marco helikoptere alındı ve en yakın hastaneye sevk edildi.
Marco gerçekten çok kötü bir durumdaydı. Doktorlar eğer bulunmasaydı ertesi günü çıkaramayacağı konusunda hem fikirlerdi. Açlıktan 45 kg.a düşmüştü, yani vücut ağırlığının yarısını kaybetmişti ve zorlukla konuşabiliyordu. Bir hafta boyunca kendini bilmez bir durumda yattı ve damar yoluyla beslendi. Kendine geldiğinde ise ilk sözü ”yeni bir köpek istiyorum” oldu. Bunun ne anlama geldiği kısa bir süre sonra anlaşılacak ve kıyamet kopacaktı.
Bir tasarım uzmanı olan Marco Lavoie 44 yaşındaydı ve 5 yıl önce karısından boşanmıştı. 20 yaşında bir kızı vardı. Arkadaşlarının söylediğine göre, yaklaşık 4 yıl önce, yalnızlık duygusundan kurtulmak için bir Alman Çoban Köpeği almış ve ona deli gibi bağlanmıştı. Marco aynı zamanda deneyimli bir doğa sporcusuydu. Yıllardır kano kampçılığı, balıkçılık ve avcılık ile uğraşıyordu.
2013 yılında, tek başına Nottaway Nehri üzerinden James Körfezi’ne doğru 250 km.lik bir yolculuk yapmaya karar verdi. Gezisi 3 ay sürecek ve Temmuz ayında yola çıkarak, soğukların başladığı ekim ayı başlarında dönecekti. Arkadaşları onu bu kararından vazgeçirmeye çalıştılar, ancak tüm itirazlara rağmen 17 Temmuz günü Marco Lavoie yola çıktı.
Başlarda her şey yolundaydı. Ancak Ağustosun ortalarına gelindiğinde bir anda her şey tersine döndü. Bir siyah ayı Marco‘nun kampını bastı… Kanosunu, çadırını ve tüm ekipmanlarını parçaladı, yiyeceklerini çaldı. Bu arada ayı, onu kovalamak isteyen Marco‘ya da saldırdı. Ancak araya giren köpeği, kendi hayatını tehlikeye atarak ayıyı uzaklaştırmayı başardı ve onu kurtardı.
Ayı saldırısının bilançosu ağır oldu… Marco, bir anda ıssız Kanada doğasında, tamamen açıkta ve hiç bir yiyeceği olmadan kalakaldı. Üstelik ayı saldırısı esnasında ayağını burkmuştu ve hareket kabiliyeti ciddi anlamda kısıtlanmıştı.Onun hayatta kalma öyküsünü tartışılır kılan olay ise, ayı saldırısından sadece 3 gün sonra gerçekleşti. Marco açlığa dayanamadı ve yanında yatmakta olan köpeğinin kafasına bir taşla vurarak öldürdü ve yedi.
Bulunduğu bölge Mattagami Gölü ile Waskaganish şehri arasında bir yerdi. Marco önce Waskaganish‘e yürümeye çalıştı. Ancak bu yolda aşması gereken pek çok kaya duvarı vardı. Daha ilk kaya duvarında, 15 metre tırmandıktan sonra sakat bacağıyla bunu başarmasının imkansız olduğunu anladı ve arama ekiplerini beklemeye karar verdi. Tamamen parçalanmış çadırını,uyku tulumunu kullanarak ve her yağmurda iliklerine kadar ıslanarak, -10 C sıcaklıkta uzun süre kurtarılmayı bekledi. Bir ay sonra, kurtarma ekiplerinin gelmemesi ve kışın yaklaşması üzerine tekrar harekete geçti. Geçen zaman içinde ayağıda iyileşmişti ve bu kez Mattagami Gölü’ne yöneldi.
Marco‘nun köpeğini öldürdükten sonraki günleri nasıl geçirdiği, nasıl hayatta kaldığı bilinmiyor. Öyküsü doğrudan kurtuluş gününe atlıyor. Oysa arada neredeyse 2 aylık bir süre daha var. Açlığa 3 gün dayanamayıp köpeğini yiyen bir adamın, bu iki ay boyunca ne yediği bilinmiyor.
– Bu gizlilikten, yeni bir kitabın ya da filmin yayına hazırlanmakta olduğunu seziyorum. Christopher McCandless’in ölümünü (İnto the Wild) ve 1996 yılında ki Everest Faciasını (Into Thin Air) kitaplaştıran ünlü gazeteci Jon Krakauer, bu hikayenin peşinin bırakmamıştır gibi geliyor. Aradan 2 yıl gibi bir zaman geçti, yakında bu kurtuluşun öyküsü veya filmi, ya da her ikisi birden piyasaya çıkar sanıyorum. –
Hikayenin köpek yeme bölümü basında yer alınca dünya birbirine girdi. Hayvan severler, hayvan haklarını korumak üzere kurulmuş dernekler birbiri ardına, Marco Lavoie‘yi suçlayan bildiriler yayınladılar, gösteriler düzenlediler. Hele onun ”köpeğimi çocuğum kadar severdim” lafı, onları adeta çıldırttı. Onu yamyamlıkla suçladılar. Köpeği sadece 3 gün sonra yemesinin, bir ölüm kalım mücadelesi sayılamayacağını, ancak vefasızlık olabileceğini söylediler. Üstelik hayatını da ona borçluydu. Bir gazeteci ise ”kendisinin aynı durumda köpeğini yemektense, bir uzvunu keserek yiyeceğini” iddaa ett.
Hayatta kalma uzmanları ve arkadaşları ise, Marco‘nun yapılması gerekeni yaptığını savundular. Hatta ona takdirlerini sundular.
Gerçekten ilginç ve tartışmaya açık bir öykü…
Aslında tartışılması gereken, “hayvansever” sıfatının ardına sığınıp sıcak koltuklarından “Canisin sen! Katil!” diye bağıranların kendine olan güveni.
En yakın yiyecek birkaç adım uzağımızda, buzdolabında bizi beklerken, “Kendi uzvumu yerdim!” demek çok kolay. Zaten hepimiz, konfor bölgemizdeyken birer kahramanız. Kendi uzvumuzu da yeriz, böcek de yeriz. Bunlar normal şartlar altında söylemesi çok kolay şeyler. Aron Ralston konuşsa bu konuda, uzvumu keser yerdim dese eyvallah, adam tecrübeli. 1972’de And dağlarında kaybolan uçakta, ölen arkadaşlarının bedenlerini yiyen cesur insanlar konuşsa, eyvallah.
Fikrini söyle, tamam, bari ahkâm kesme.
***
Bu arada, böyle hikayeleri bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim Mete abi, her yazınızı merakla bekler olduk.
BeğenBeğen
Merhaba,
Bir Kızılderili atasözü diyor ki ”Başkasının makosenlerini giyip 3 adım atmadan onun hakkında karar vermeyin”
Marco’nun yaşadıklarını yaşamadığım için, ben de yargılama hakkını kendimde görmüyorum. Aynı durumda olsam nasıl davranırdım, bilemiyorum. Bunlar olağanüstü zor şartlar altında alınan, olağanüstü zor kararlar. O şartları yaşamak gerekir.
BeğenBeğen
Marco’nun o anki durumunu bilmiyoruz ama köpeğini taşla öldürecek kadar kol gücü olan bir insan alternatif olarak nasıl beslenebilirdi diye düşünüyorum. Köpeği yedikten sonra nelerle beslendiği de belli değil. Ama bir şekilde beslendiği kesin.
Ben olsam öncelikle iyi bildiğim bitkilerin köklerini, varsa yapraklarını ve gövdedeki bazı kısımlarını yerdim. Mevsim kış olsa bile bazı yerlerde henüz kurumamış otlar olur. Yaprakların ve diğer bazı kalıntıların altında çimlenmiş gibi dururlar.
Bölgede mutlaka yabani meyve ağaçları da vardır. Bu ağaçların dibine dökülmüş, kurumuş veya yarı kurumuş meyveler olur. Bunları da arar bulurdum.
Çürümüş ağaç kabuklarının altında larvalar olur. Nemli topraklarda özellikle çimenlerin olduğu yerlerde mutlaka solucan bulunur. Bu solucanları ve larvaları çıkarmak için sadece bir bıçak yeterlidir. Bıçakla toprak kazılarak veya ağaç kabukları soyularak bunlara ulaşılabilir.
Bazı hayvanların yuvaları insanlar için erişilebilirdir. Mesela kuş yuvaları, sincap yuvaları gibi… Bunları arayıp değerlendirirdim. Bölge sulak alan olduğu için besin yönünden bereketlidir.
BeğenBeğen
Bu arada ben karnımı zor doyururken köpeği de doyuramayabilirdim. Aç bir köpek varken sahibi ben olsam bile korkudan rahat uyuyamayacağım için köpeğin fişini çekebilirdim 🙂
BeğenBeğen