4. GÜN (BAYIR – İSTERİÇ – KAMP ALANI)
Sabah erkenden uyandım. Daha gün doğmamış. Saate baktım 05.35.. Hava yarım saate kadar aydınlanmaya başlar. Fırladım yataktan. Eşyalarımı toparlamaya başladım. Yıkadığım hiç bir şey kurumamış. Hepsi sucuk gibi.. Bu ilave ağırlık demek.
06.30’da pansiyondan çıktım. Daha güneş yok ortada. Havada epey serin.
Karia Yolu, pansiyondan, Bayır merkezine giderken sağda kalıyor. Yolun solunda tek beyaz bir ev var. Onun karşısından yukarı çıkan parke döşeli yol, Karia Yolu. (Bayır’dan gelirken ise tam tersi)
Parke döşeli yol, kısa bir müddet sonra bir evin önünde toprak bir yola dönüştü. Karia yolu bu yukarı çıkan toprak yoldan değilde, evin önündeki küçük patikadan devam ediyor. İşaretler mevcut.
Küçük patikadan yavaş yavaş yükseldikçe, aşağıda Bayır Köyü küçülüyor. Bayır, bir vadide ve oldukça da geniş bir alana yayılmış. Çok kısa bir müddet sonra patika asfalta çıktı. Rehber kitapta, asfalttan 400 metre sağa gidin. Karia yolu soldan yukarı çıkan patikada yazıyor. Asfalttan bir müddet gittim ve sol tarafta, yukarı çıkan Karia Yolu’nu ve önünde direği gördüm. Direk diyorum, çünkü tabelaları kırıp atmışlar, yerde duruyorlar. Yazık..
Patikadan yavaş yavaş yükselmeye başladım. Asfalt artık epey aşağılarda kaldı. Bu esnada bir araba geldi ve Karia Yolu başında bir kadını indirdi gitti. 5 dakika sonra kadın beni yakaladı. Bu kadar hızlı yetişmesine şaşırdım. Kadını görünce daha çok şaşırdım, çünkü 70 yaşında var. Biraz moralim bozulmadı değil.
Merhabalaştık, sohbet ederek yürümeye başladık. İlerde ağılları varmış, oraya gidiyormuş. Meraklı, neden yürüdüğümü, neden bu kadar yükü taşıdığımı soruyor. Bu sporu anlamaya çalışıyor belli. Kısa bir sohbet videosu çekmek istedim. Utandı, ”Çekme, çekme” dedi.
İşaretler gayet iyi ve patika çok belirgin. Yaklaşık 15-20 dakika kadar birlikte yürüdük. Sol taraftan kadın ayrıldı. İşte bu noktadan sonra da, belirgin patika kayboldu. Sanırım, kadının ağılına gidip gelen insan ve hayvanlar patikayı belirgin hale getirmiş. Buradan sonra ise, patika falan yok. Baharla birlikte diz boyu büyüyen otlar, patikaları kapatmış. Yerdeki kayalara yapılmış işaretleri ise seçmek çok zor. Çok yavaş, zaman zaman da sırt çantasını çıkarıp işaret arayarak ilerliyorum. Bulduğum noktalarda da 5-6 yeni baba yaptım.
Allahtan bu bölüm çok uzun değil. Bir müddet sonra, biraz sonra çıkacağım asfaltı görmeye başladım. Asfalttan sola dönerek 3 km. kadar ilerleyeceğim.
Nihayet asfalta çıktım. Asfaltın kenarında bir kamyonet. Önünde de bir adam. Tanıştık. Bayır köyünden Dursun isminde, arıcılık yapan bir arkadaş. Tam onunla yol hakkında konuşuyorum. Bir otomobil durdu önümüzde. İçinde de yaşlıca bir yabancı çift. Alman ya da İngiliz olabilir, sormadım. Nereye gittiğimi sordular. Taşlıca dedim. Bir de onlar yol tarif ettiler. Çift dikiş oldu yani.
Asfalt, yılan gibi kıvrıla kıvrıla aşağıya doğru iniyor. Başladım yürümeye.. Yolun kenarında da sık sık arı kovanları ile karşılaşıyorum ve tabi arılarla da. Çok değil 3 ay önce, böyle kovanların yanından geçerken saçıma takılan bir arı, tam şakağımdan sokmuştu. Hemen rüzgarda uçan saçlarımı zapt ve rapt altına aldım. Kendimi sokturmadan tüm kovanları geçtim. Gerçi arı soksa da bir sorun yok. Sanırım doğal bir bağışıklığım var. Arı soktuktan 5 dakika sonra ne acı kalıyor, ne şiş. Her şey normal haline dönüyor.
Asfalt vadinin sonuna ulaştı, buradan içeri doğru devam ediyor. Yolun solunda tahta bir taksi durağı var. Önünde bir motorsiklet duruyor ama görünürde hiç kmse yok. Taksi durağına şaşırdım. Burada ne işi var.
Karia Yolu buradan sola dönüyor. Taksi durağını geçtikten sonra iki patika var. Sola dönen ve daha belirgin olanı Karia Yolu değil. Düz giden ve daha küçük olanı patika Karia Yolu. İşaret var. Sorun yaşamazsınız.
Patikaya girdim, belki 150-200 metre gittim, üzerine yüklendiğim bir anda, batonumun ucu kırıldı. Bu yürüyüş için almıştım ve henüz 4. gündeyiz. Batonun kırılması beni çok sinirlendirdi. Daha önümde uzun bir yol var ve tek batona kaldım.
Patika önce küçük iniş çıkışlarla düz devam etti, sonra kayalık ve makilik bir alandan dikleşerek çıkmaya başladı. Birden çok yakınımdan, belki 40-50 metre mesafeden bir el ateş açıldı. Birden panikledim, çünkü alan 5-10 metre ilerisini göremeyeceğiniz kadar çalılık ve ben tam çalılar arasındayım. Bir domuz avcısı, hareket ettirdiğim çalıların arasında bir domuz olduğunu düşünebilir.
”ATEŞ ETMEYİN, ATEŞ ETMEYİN, BENİM BEN, DOMUZ DEĞİL” diye bağırdım. Pek anlamlı bir kelam olmadı ama… ”YOK, YOK MERAK ETME SEN” diye bir ses geldi çok yakınlardan. Rahatladım. Oturdum bir taşın üstüne. 2 dakika sonra yukarıdan, yanında 5-6 tane keçi olan 40 yaşlarında uzun saçlı biri çıktı.
”Aklımı aldın” dedim. ”Çalıların arasında domuz var zannedip, bana ateş ettin sandım.”
”Yok Abi” dedi.
Arkadaş, Bayır köyündenmiş. Aşağıda ki taksi durağıda, önündeki motorsiklette onunmuş. Keçileri kaybolmuş. Onları aramaya çıkmış, şimdi bulmuş indiriyormuş.
Adrenalin boşalması nedeniyle, ”Taksi durağı ne iş?”, ”Neden ateş ettin?” gibi soruları sormak aklıma bile gelmedi. ”Yolum uzun, benim gitmem lazım” dedim ve kalktım, o da aşağıya doğru keçilerin arkasından seyirtti gitti.
Patika iyice dikleşti. Artık çok sık aralıklarla , sırt çantamı bir taşa dayayıp nefeslenmek zorunda kalıyorum. En sonunda 3-4 metrelik kaya duvarı gibi bir yere geldim. Kayaları basmak olarak kullanıp tırmanıyorum. İki kaya basamağının arasının açık olduğu bir noktada, sağ ayağımı biraz fazla açarak yukarıdaki bir kayaya bastım ve üstünde yükseldim. Bir anda, diz kapağımda, iki kemik arasında bir bıçak sokuluyor gibi acı duydum. Hafif bir çığlık attım.
Doğruldum. Ciddi bir şey olabileceği konusu hemen aklıma geldi. Ancak acı hafifleyerek 15-20 saniye sonra geçti. Yürümeye devam ettim. Bir sorun gözükmüyor. Her şey normal görünüyor.
Patika sert bir çıkıştan sonra, geniş bir düzlüğe ulaştı ve buradan sonra, denize paralel ve harika deniz manzaraları eşliğinde devam etmeye başladı. Bir müddet sonra da deniz kenarından ayrılarak içeri doğru girmeye ve alçalmaya başladı. İsteriç aşağıda gözüküyor artık ve upuzun bir taş duvar yanından aşağıya iniyorum.
Duvarın üzerine oturmuş, ben yaşlarda, keçilere bakan bir adamla karşılaştım. Adı Gürsel. İsteriç köyündenmiş. Marmaris’te turizmcilik yapmış ve oradan emekli olmuş. Keçilerde kardeşininmiş. Bir kısmı kaybolmuş, kardeşi onları aramaya çıkmış. Gürsel’de kalanlara bakıyor. Biraz önce ateş eden adam kardeşi olsa gerek. Biraz benziyorlar da..
Bu sohbet esnasında, ben de sırt çantamı çıkardım, duvara oturdum ve su içtim. Molam yaklaşık 15 dakikayı buldu. Vücudum soğudu ve esen rüzgarda üşümeye başladım. Gürsel’den izin isteyip kalktım, o da ne? Sağ kapağımda derin bir ağrı. Sağa sola biraz hareket ettim, ağrı gene kayboldu. Ancak, bir sorun olabileceği konusunda ilk ciddi kuşkumda oluştu.
Yola koyuldum, İsteriç’e kısa zamanda ulaştım. Bu kez yürürken, ağrı hafifte olsa, zaman zaman kendini gösterdi. İçime kuşku düştü. İsteriç’ten Taşlıca 5,5 km. var ve daha öğlen. Üstelik yolun büyük bir bölümü iniş.Rahat rahat ulaşabileceğim bir mesafe ve yeterli vakit fazlasıyla var. Suyumda 1,5 litre. Aslında ağırlığı arttırmamak adına burda su ikmali yapmayı düşünmüyordum ama, bacağım sorun çıkarıp beni yolda bırakabilir.
İsteriç’e tam indiğiniz noktada Karia Yolu tabelaları var. Önünde de bir kepçe ve boru döşeyen işçiler. Su nerede bulabileceğimi sordum. Epey uzak bir noktayı tarif ettiler. Su almak için oraya gidip, tekrar dönemem. Aşağıda 30 metre ileride bahçe içinde bir ev var. Çantamı çıkarıp tabelanın altında bıraktım. Eve gittim seslendim. İçeri gel dediler. Girdim, bahçede masada yaşlı bir adam oturuyor ve çay içiyor. Evin kapısı açık, içerde pek çok kadın oturuyor, sanırım gün yapıyorlar. Genç bir kadın çıktı ve beni karşıladı. Ne istediğimi sordu. Suya ihtiyacım olduğunu söyledim. Gitti bir sürahi su getirdi ve pet şişemi doldurdu.
Yaşı adam çaya buyur etti. Oturdum 2-3 çay peşpeşe içtim.Amcanın adı Erdoğan, yaşı da 75 civarında. Karia Yolu’nun üstünde hayvanları varmış, o da onları getirmeye gidecekmiş, ”Otur çayını iç, beraber gideriz” dedi. Yaklaşık bir 15 dakika oturdum. Gitmek üzere ayağa kalktığımda diz kapağıma bıçak saplanır gibi bir ağrı tekrar girdi. Biraz hareket ettim azaldı.
Erdoğan abi sırt çantamı görünce aynen şunu söyledi ”Sana bir de eşek gerek.” Birlikte yürümeğe başladık. Gene tırmanıyoruz. Ben artık bacağımın üstüne zorlukla basabiliyorum.
Bir müddet sonra Erdoğan abi ile yollarımız ayrıldı. Ben ise artık iyice yavaşlamış olarak tırmanmaya devam ediyorum. Moralim çok bozuk. Artık dizimde ciddi bir sorun olduğunu ve yürümeme izin vermeyeceğini seziyorum. Gözlerim yaşarmaya başladı. Ağlıyormuyum ne?
Bu yolu yürümeyi bayramı bekleyen bir çocuk gibi dört gözle bekledim. Günlerce hazırlandım ve şu an hayallerime veda etmek zorunda olduğumu anladım. Artık gözyaşlarımı tutamıyorum, tişörtümün önüne kadar ıslattım. Bir yandan da kendime şaşıyorum. 55 yaşındayım ve Karia Yolu yürüyüşünü bırakacağım diye ağlıyorum. Olacak iş değil.
Belki 30 dakika hem ağladım, hem yürüdüm. Sonunda rahatladım ve duygularımı kontrol altına aldım. Hemen bir durum değerlendirmesi yaptım. Bacağımı zorlamamak adına, ilk bulduğum uygun alanda kamp kurmayı ve sabah bacağımın durumunu kontrol ederek yola devam edip etmeyeceğime karar vermeyi planladım. Devam kararı çıkarsa sorun yok. Bırakma kararı çıkarsada Taşlıca’dan döneceğim.
Plan bu ama, yürü babam yürü, avuç içi kadar bir kamp alanı yok, her yer kaya. Tepeleri, sırtları atlıyorum yok, yok, yok. Bacağım iyice kötü olacak diye korkuyorum. Saat 17.00 gibi, ,sanırım Taşlıca’ya 2,5 km. mesafede, deniz manzaralı, çim bir seyir terası buldum. Kaya düşme riskide yok. Harika bir kamp alanı. Sadece sert bir rüzgar var. O da sorun değil. Çadırım o konuda çok iyi.
Çadırımı kurdum, eşyalarımı yerleştirdim. Esen rüzgar epey üşüttü. Hemen çadırın içine girdim ve yattım. Eğer rüzgar dinerse, dışarı çıkmayı planlıyorum. Çünkü tam dolunay zamanı. Harika bir manzara olur ve harika bir rakı keyfi yapılır.
Çadırda kendime bir çilingir sofrası kurdum. Radyoyu açtım. Yarın sabah bacağımın daha iyi olabileceği umuduyla uyuya kalmışım.