2. GÜN (TURUNÇ-AMOS-KUMLUBÜK-KAMP)
Sabaha karşı uyandım. Gün doğmamış, tekrar uyudum. Bir müddet sonra tekrar uyandım. Perdelerden belli belirsiz bir ışık sızıyor. Gün doğmak üzere.
Hemen yataktan fırladım ve toparlanmaya başladım. Çünkü dün hem geç bir saatte yürüyüşe başladım, hem de kamera teleskobik batonunu aramak üzere geri dönmemden dolayı çok geciktim. Aslında bu sabah Amos’tan başlamayı planlamıştım.
Saat 07.20. Pansiyondan dışarı çıktım. Hava harika. Pansiyonun balkonunda kısa bir çekim yaptıktan sonra Amos’a doğru yola çıktım.
Turunç’a gelirken girişte bir göbek var. Asfalt yol, göbekten hem sola dönüp Turunç’a giriyor, hem de dümdüz devam ediyor. Karia yolu düz devam eden yol. Dün gelirken direkte Karia Yolu işaretini görmüştüm zaten.
O yoldan devam ettim. Çok kısa bir süre sonra, belediye önünde gene bir yol ayrımına geldim. Sağa doğru tırmanan parke taşlı bir yol ve sola aşağı doğru giden bir asfalt yol. İşaret ikisinde de yok. Belediye önünde de 1-2 işçi çalışıyor. Hiç umudum olmamasına rağmen, işçilere sordum ”Karia Yolu hangisi?” diye. Çünkü Likya Yolu’nda, onca yıldan sonra bile, ahalinin bir çoğunun Likya Yolundan haberi olmadığını görmüştüm. Karia Yolu ise onun yanında dünkü bebek.
İşçilerden biri beni şaşırttı. Hem Karia Yolu’nun ne olduğundan haberi var, hem de yolu biliyor. ”Abi soldaki yolu takip et, köprüyü geç…vs” detaylı bir tarif verdi. Soldaki asfalta girdim. Sabah sabah, daha yürüyüşün başında ters bir yola girmekten kurtuldum.
Bu yoldan dümdüz devam ettikten sonra bir köprüyü geçtim ve gene bir göbekli geniş bir meydana çıktım. En soldaki yol Amos’a gidiyor. Tabelası var. Hemen onun yanındaki ve tam karşınıza denk gelen yol ise Karia Yolu. İşaretlerde mevcut zaten.
Parke taşlı bu yola girdim. Bir müddet sonra parke taşlı kısım bitti ve önüme geniş bir toprak yol çıktı. Rehber kitapta da, toprak yoldan bir müddet devam edileceği yazıyor. Ancak bir sorun var. Yolun her iki tarafında da, buranın yalnış yol olduğunu gösteren kocaman iki kırmızı çarpı işareti var. Sağ tarafım ise bir kapısı ve ağılı olan bir zeytinlik.
Rehber kitabı çıkardım baktım. Evet bu yalnış yol. Çünkü rehber kitapta kuru dere yatağının sağındaki toprak yol diyor, burası solunda. Geri döndüm, zeytinliğin kapısından geçerek içeri girdim. Evet burda da bir toprak yol var. Yer yer çimlenmiş, o nedenle diğer yol gibi net seçilemiyor. Ancak biraz ilerledikçe çok daha belirgin hale geldi. Ancak hala bir Karia Yolu işareti yok.
Belirgin ve alternatif bir yol bulunmayan kısımların seyrek işaretlenmesi normal. Bunu deneyimlerimle de biliyorum. Ancak burada işaretleri, beni kuşkuya düşürecek kadar uzun süredir görmedim. (Belki de göremedim) Tam rehber kitabı çıkarmıştım ki Karia Yolu işaretini gördüm.
Bir müddet sonra, toprak yolun sağa döndüğü küçük bir düzlük alanda, gene karşıma kırmızı çarpı işareti çıktı. Ancak soldaki küçük bir patika’da Karia yolu işaretleri gözüküyor. Yükselerek ormana giren bu yol beni sevindirdi. Çünkü medeniyetten uzaklaşıp, yeniden doğaya giriyorum.
Yükseldikçe orman sıklaştı ve nihayet güneşin neredeyse hiç ulaşmadığı gölgelik bir alana geldim. Gölge nedeniyle ürperten bir serinlik var havada. Küçücük bir dere ise yukardan geliyor ve aşağı doğru, tatlı şırıltılar ile akıyor. Karia Yolu derenin karşısından devam ediyor. Burada sırt çantamı çıkardım ve kısa bir mola verdim. Akan suyun şırıltısı ve kuş cıvıltıları harika..
5 dakika sonra, soğudukça, gölgenin tatlı serinliği, üşümeye dönüştü. Daha fazla soğumadan ve hasta olmadan tekrar yola koyuldum.
Patika, heyelan nedeniyle oluşmuş bir kaya denizini ve ardından bir bahçe duvarını geçip, terkedilmiş bir kulübenin bulunduğu bir düzlüğe geldi. Buradan sonra belirgin patika kayboldu ve yolun ne tarafa doğru gittiğini kestirmek imkansız hale geldi. O nedenle sık sık, çok kısa fasılalarla da olsa, işaret aramak zorunda kaldım. Aslında işaretler de bir sorun yok. Yeterli sıklıkta. Ancak neredeyse tamamı yerdeki kayaların üstünde. Baharla birlikte büyüyün otlar, bu işaretleri seçmenizi engelliyor. Tek başıma olmam da başka bir zorlaştırıcı faktör. Bir çift göz daha olsa işaretleri bulmak çok daha kolay olur. (Bu bölüm, yürüyüşçüler tarafından babalar ile desteklenmeli. İşaretleri bulmada sıkıntı çektiğiniz noktalara, bulduktan sonra 5-6 taş ile bir baba yaparsanız, sonra gelenler sıkıntı yaşamaz. Ben kendi hesabıma bu bölgede 3 baba yaptım. Daha yapılması gereken 5-6 nokta daha vardı ancak, ancak bu gidişle yol bitmez. Onlarıda arkamdan gelen yürüyüşçülere bıraktım.)
En üst noktaya ulaştıktan sonra iniş başladı ve sağ tarafta, yüzme havuzlu büyük bir otel gözüktü. (Dyonsios Otel) Bir müddet sonra da toprak bir yola çıktım. Karia Yolu, sola devam ediyor. Sağa giderseniz ise Dyonsios Otele ulaşırsınız. (Gerçi bir müddet sonra, Kumlubük’ten tekrar bu otelin önüne çıkılacak.)
Sola döndüm. Kumlubük aşağıda gözüküyor.
Toprak yol çok kısa bir müddet sonra bitti ve yerini küçük bir patikaya bıraktı. Solunuzda dev bir kaya duvarı, deniz manzarası eşliğinde Amos’a inmeye başladım. Burası makilik. Pek ağaç yok, o nedenle güneş yavaş yavaş yakmaya başladı.
Bir müddet sonra asfatlt yol ve sipsivri bir kaya parçası üstündeki Amos Antik kenti kalıntıları göründü. Uzaktan kahverengi Amos tabelasını bile seçebiliyorum. Amos’un bulunduğu kayalık sivri tepe o kadar küçük ki, bir şehirden ziyade, bir ileri karakol hissi veriyor. Antik kent sanırım oradan aşağıya doğru devam ediyor.
Amos önünde asfalta çıktım ve kente girmeden, Kumlubük’e devam ettim. Kumlubük’te hiç kimse yok. İn cin top oynuyor. Tam bir otelin önündeydim ki, içerden biri çıktı. Sezon hazırlıkları için çalışan bir işçi imiş. ”Kumlubük merkezi neresi?” diye sordum. ”Burası” dedi. ”Yok, ben marketler nerede onu soruyorum” dedim. ”Burada market yok” dedi.
Suya ihtiyacım olduğunu söyledim. İçeri gitti ve 1,5 litrelik bir su ile geldi. Kendi içme sularıymış, bana verdi. Parasını ödemek istedim almadı. Teşekkür ederek yola döküldüm.
Hemen hemen Kumlubük koyunun tam ortalarına denk gelen bir bölgeden yukarı, Dyonsios Otele çıkan asfalt bir yol var. Karia Yolu ordan devam ediyor. Dyonsios Otelin önünden, toprak yoldan sola devam edip 15-20 dakika yürüdükten sonra, yolun solunda küçük bir düzlük ve yekpare bir kayanın olduğu bir bölgeye geliyorsunuz. Karia yolu bu noktada, yolun solunda ki küçük bir patikadan yükselerek orman içine giriyor. İşaret var.
Kısa bir çıkıştan sonra patika, orman içinden ve sol tarafı deniz manzaralı düz bir şekilde devam etmeye başladı. Bir müddet sonra sola giden bir ok işareti ve okun hemen ilersinde kırmızı çarpı işareti gördüm. Aynı zamanda yürüdüğüm patika üstünde de Karia Yolu işaretleri ileri doğru devam ediyor. Sol taraftaki ok işaretinin gösterdiği bölümde bir takım kalıntılar var. Sanırım burası Gerbe Kilise. Yol normal olara Karia Yolu işaretlerinin olduğu patikadan devam ediyor. Ok işareti ise yol üstünde olmayan Gerbe Kilise’yi gösteriyor. Hem gir, hem girme.. Böyle bir yorum yaptım ve Gerbe Kiliseyi görmek için ok işaretinin olduğu sola saptım. Bir müddet sonra kalıntıların olduğu yere geldim, ancak burası Gerbe Kilise değil. Çünkü rehber kitapta fotoğrafı var. Orası değil.
Döndüm patikaya ve Karia Yolu işaretlerini takip ettim. Çok kısa bir süre sonra Gerbe Kilise’ye geldim. Sanırım öbür kalıntılar da kilise kompleksine ait.
Gerbe Kilise’den sonra, tam Karia Yolu patikası üstünde akan bir su kaynağına rastladım. Pırıl pırıl bir kaynak. Çok sevindim. Çünkü çok su tüketiyorum. Şu ana kadar 3,5 lt. yi geçtim. Hemen ayakkabılarımı çıkardım ve suya daldım. Tüm sularımı fulledim. 3 lt. suyum var gene. Bu iyi oldu, çünkü artık Bayır’a gelmeden de istediğim bir yerde kamp kurabilirim.
Gerbe Kiliseden sonra, yol aynı özelliklerde devam ettikten kısa bir süre sonra, içinde taş duvar olan geniş bir düzlüğe geldi. Kamp kurulabilir ama daha erken. Havanın kararmasına daha 1,5 saat var. Yürümeye karar verdim.
Saat 17.00 yi biraz geçe, ikinci ve çok daha güzel bir düzlüğe geldim. Halı gibi çim. Sol tarafı orman, karşıda heybetli kaya duvarları, tepeler. Kaçırılmaz bir fırsat. Kampımı burda kurmaya karar verdim. Çünkü coğrafya çok kayalık, hava kararana kadar böyle bir alan bulamama ihtimalim çok yüksek.
Çadırımı kurdum, içime eşyalarımı yerleştirdim.
Sonra güzel bir ateş yaktım ve ateşin başında, rakı eşliğinde yemeğimi yedim. Saat 20.00 sularında, tam bir dolunay halinde ay da doğdu ve karşıdaki tepeleri, kayaları, ormanı belirgin bir hale getirdi. Harika bir manzara, yüzüme çarpan ateşin sıcaklığı ve ormandan yükselen baykuş ve çakal sesleri arasında 2 saat muhteşem bir keyif yaptım. Saat 22.00 gibi uyku bastırdı, çadıra çekildim ve hemen derin bir uykuya daldım.