17. GÜN – 31 MART (Gelidonya Feneri – Adrasan)

Gece 01.00 gibi tuvalet için uyandım. Dışarıda hava gene harika. Rüzgar sıfır, ay ışığı ortalığı aydınlatıyor. Gelidonya Feneri önündeki adalar, suda yansıyan ay ışığının ortasında,mistik bir görüntü oluşturuyorlar. Hemen montumu aldım. Bu atmosferi bir daha yakalamak mümkün olmayabilir düşüncesiyle, bir saat kadar manzarayı seyrettim. Tekrar yattım.

05.30’da uyandım. Hava daha tam aydınlanmamış. Çadırdan dışarı fırladım, toparlanmaya başladım. 06.45’te sırt çantamı vurdum sırtıma, fenerin arkasından Adrasan’a doğru giden keçiyolundan tırmanmaya başladım. Almanlar, çadırlarını dışarıdaki kerevetin üstüne kurmuşlar, uyuyorlar. Daha epey uyurlar gibi geldi bana. Çünkü gece çok bira içtiler ve gün içinde kat etmeleri gereken kısa bir yolları var. Karaöz’e kadar yürüyüp oradan arabayla Antalya’ya geçecekler.

1b62f-phto0044

04b95-phto0043

Adrasan parkuru biraz sert bir parkur. Çok fazla miktarda iniş ve çıkış içeriyor. Ama harika bir orman içinde. Saat 09.00 gibi hem dinlenmek, hem de bir şeyler yemek için durdum. Birkaç karper peyniri ve bir çizi yedim. Artık sona yaklaşıyorum, Olimpos’ta yarın yürüyüşü bitireceğim.

Uzunca bir süre oturdum. Tüm yaşadıklarım, film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Hem biraz hüzün var, hem de banyoya, yatağıma, aileme kavuşacak olmanın getirdiği sevinç.

12476-phto0047

6288d-phto0045

Tekrar yürümeye başladım. Ağır ağır, doğayı sindire sindire gidiyorum. Hava çok güzel, işaretler muntazam ve 2 litre suyum var. Anlayacağınız her şey yolunda. 30 dakika sonra karşı yönden gelen bir çiftle karşılaştık. Merhabalaştık ve yola devam ettik. Erkek pek sohbet etmek istemedi. Gezi başından beri saç ve sakal traşı olmuyorum. Sanırım biraz da korkunç duruyorum.

30 dakika sonra ikinci bir çift göründü. Burası popüler bir rota. O yüzden geleni gideni var. Kız 25 yaşlarında. Kuzey ülkelerinden birinden sanırım. Bembeyaz tenli ve beyaza yakın sarı saçlı. Oldukça da kilolu. Hiç abartmıyorum, sarf ettiği eforla kıpkırmızı olmuş. Yüzünün, vücudunun her yerinde ter damlacıkları ve perişan bir yüz ifadesi. Dehşet acı çekiyor besbelli. Selamlaştık ve yola devam ettik. Kızın haline gülümsedim. Bir taraftan da merak ettim. Acaba ben nasıl görünüyorum diye? Çünkü ben de kızarırım. Üstelik sırtımda 20 kg. lık bir çantayla tırmanıyorum. Sanırım benzer bir görüntü bende de vardır. Muhtemelen onlar da benim halime gülümsemiştir.

4c4da-phto0049

1ec87-phto0053

Kitapta iki heyelan bölgesinden geçileceği yazıyor. Böyle bir yerden geçtim. Yukarıdan yuvarlanan kayalar, pek çok ağacı devirmiş. Ortalık ağaç mezarlığı. Biraz sonra gene böyle bir bölgeden daha geçtim. Oldukça sevindim. Form tutmuşum artık, çok hızlı yürüyorum diye değerlendirdim. Çünkü bu heyelan bölgesinden sonra, peş peşe iki bele tırmanılacak ve ondan sonra da Adrasan inişi başlayacak.

Patika 2 büyük kaya arasından geçti ve hafif hafif inmeye başladı. Birinci beli de geçtim diye düşündüm. Patika tekrar tırmanmaya başladı. İşte 2. Belede geliyoruz dedim. Ama bir türlü bel gözükmüyor. Derken önüme, yukarıdan aşağıya yuvarlanan kayaların oluşturduğu, adeta bir kaya nehri çıktı. O an anladım. Daha birinci heyelan bölgesine yeni geldim.

Burada işaretler biraz karıştı. Yuvarlanan kayalar bozmuş olmalı. Ama zaman zaman babalarla, zaman zaman da rastladığım işaretlerle burayı aşıp, gene patikayı yakaladım. Biraz sonra gene böyle bir bölgeye geldim. 2. heyelan bölgesi. Kolaylıkla aştım burayı.

Biraz sonra hızla irtifa kaybetmeye başladı yol. Kitaptaki Adrasan inişi tarifine uyuyor. Ama heyelan bölgelerinden sonra peş peşe iki bele tırmanmam lazımdı. Ben hiç fark etmedim bu tanıma uyan bir yerden geçtiğimi. Biraz sonra Adrasan da gözüktü uzaktan. Nedense bel işine kafam takıldı. Hem iniyorum, hem düşünüyorum, ‘’Orası mıydı, burası mıydı?’’ diye.

38dfd-phto0055

İniş epey sert geldi. Sol ayağım gene ağrımaya başladı. Üstelik sağ ayak orta parmağımı ayakkabı vurmaya başladı. Ben ki, ayakkabı ayağımı vursun hiç bilmem. O konuda oldukça şanslı biriyim. Ama bugün vurdu. Allahtan yolun sonu..

Saat 13.30 gibi iniş bitti, geniş, çim bir düzlüğe geldim. Sol tarafta, suyun olduğu yerde 15-20 kişilik bir gurup, kadınlı erkekli piknik yapıyor. Selam verdim, yanlarından gelip geçeceğim. Bırakmadılar, seslendiler, ‘’Gel bir şeyler ye, su iç’’ diye. Yanlarına gittim. Mangalla uğraşan çocuk koca plastik bir kap dolusu pişi ile geldi. İstemedim. Al diye ısrar ediyor. Aldım‘’Bir tane de yengenin hatırı için al’’. Bir tane daha aldım.

Bir taraftan yiyorum, bir taraftan sorulara cevap veriyorum. Elime zorla bir de portakal tutuşturdular. Hem böyle bir şey yaptığım için takdir ediyorlar, hem de bu yükle bunca ızdırabı niye çektiğimi anlayamıyorlar. Sohbet bitmez, ama ben gitmeliyim. Niyetim Adrasan’da kalmak ama, beğenmezsem Musa Dağına devam edebilirim. Çünkü saat daha erken.

Dümdüz toprak bir yoldan Adrasan’a devam etmeye başladım. İki tarafta pansiyonlar başladı. Karşıdan gelen bir çift Gelidonya fenerine doğru gidiyor. Saate baktım 14.00. En iyi şartlarda 4.5 saatte giderler. 19.00 da hava kararıyor. Sıkı bir tempo yapmaları gerekiyor.

Adrasan sahiline indim. Çok büyük ve güzel bir koy. Koyun solunda ki kocaman ve dimdik bir dağ, ayrı bir güzellik katıyor buraya. Yolun sahile çıktığı köşede ‘’Lotus Cafe’’ diye, şirin, rengarenk yastıkları olan bir cafe var. Temizlik, tadilat, sezon hazırlığı yapılıyor. Girdim, çay içip içemeyeceğimi sordum. ‘’Demlik çay yok ama isterseniz sallama çay yapabilirim’’ dedi genç bir çocuk. Daha ne olsun. Sırt çantasını atıp oturdum bir masaya. Beş dakika sonra çayım geldi.

3b86d-phto0064

İşletme sahibi Murat. 30 yaş civarlarında. Aslen Eskişehir’liymiş, geçen yıl bir arkadaşının vasıtasıyla bu işletmeyi kiralamış. Şimdi 2. senesine hazırlık yapıyor. Hem çalışıyor, hem de Adrasan hakkında ki sorularımı cevaplıyor. Peş peşe iki çay içtikten sonra, çantamı Lotus’a bırakıp Adrasan’ı dolaşmaya çıktım.

ccb2d-phto0059

7cbdd-phto0057

Hava kapalı ama hiç rüzgar yok. Deniz de ‘’karıncalar su içiyor’’ denen cinsten, çarşaf gibi. Kumsal bomboş sayılır. 12-13 yaşlarında iki yabancı çocuk voleybol oynuyorlar. Birkaç kişi de kumsalda dolaşıyor. Önce sağa döndüm. Her yer deniz boyunca tesis. Restaurant, cafe, otel, kuaför vb. Çoğu açık, hazırlık yapıyorlar. En son otelin önünde, deniz inen beton basamaklar var. Sanırım tekneler için yapılmış. Oraya gittim, ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkardım. Ayaklarımı 15 dakika kadar denize soktum. Soğuk ve tuzlu deniz suyu harika geldi. Özellikle ayakkabının vurduğu parmağıma. Daha sonra Adrasan’ın öbür tarafına yöneldim.

ed0f2-phto0058

Orası da farklı bir dünya. Koyun sonundaki dağdan sonra yol, içerden bir nehir kenarından devam ediyor. Nehrin iki yanı da orman ve tesis. Her yer kurbağa sesleriyle inliyor. Tatilciler için ekstra bir imkan. İster denizde, isterse orman içinde ve nehir kenarında da tatil. Yani ne isterseniz var.

Adrasan’ı çok beğendim.

Lotus’a döndüm. Ben yaşlarda biri daha gelmiş. Murat’ın arkadaşı, sohbet ediyorlar. Adı Fatih. Ankaralı ve inşaat işleri yapıyor. Burada da inşaatı varmış şu an. Sanırım kendine yazlık yapıyor.

Adrasan’da turizmciler dertli. Çünkü neredeyse tesislerin tamamı ruhsatsızmış. 15 yıl önce yıkım kararı çıkmış ama uygulanmamış. Tesis kiralayanların hiç bir güvencesi yok. Çünkü tesisin bırakın ruhsatını, ortada bir tapusu bile yok. Türkiye gerçekten garip bir ülke. Tapusuz, ruhsatsız koca bir kent oluşmuş. Devlet elektriğini, suyunu çekmiş. Şimdi de pek çok insan diken üstünde oturuyor. Şuna baştan müdahale etsene..

Derken genç bir erkekle, genç bir kadın girdi içeri. Erkeğin adı Hakan. Adrasan’ın bağlı olduğu Çavuşköy’de öğretmen. Kızın adını hatırlayamadım. O da Kırgız. 11 sene önce Türkiye’ye gelmiş. Ablası Olimpos’ta bir tesisin sahibiyle evliymiş, onun vasıtasıyla gelmiş. 2 yıl Olimpos’ta çalışmış, sonra Adrasan’a gelmiş. Bir otelde 2 yıldır çalışıyormuş ama, yeni işten çıkarmışlar. O da bundan dertli.

Musa dağına devam etmekten vazgeçtim. Adrasan’da kalacağım. Otellerde çalıştığı için hemen Kırgız kıza sordum. ‘’Burada 25 TL. na bir pansiyon bulabilir miyim?’’ ‘’Yazın bulamazsın ama şimdi bulursun’’ dedi. ’O zaman bul bana bir pansiyon’’ dedim. Bir telefon açtı, biriyle konuştu. Sonra bana ‘’Jungle House’ da 30 TL. na kalabilirsin’’ dedi. Gelirken önünden geçmiştim Jungle House’ın. Çok güzel bir yer. Hemen tamam dedim.

Sonra hep beraber Lotus’un önünde ki banklara çıktık oturduk. 1 saat boyunca, siyasetten, ticarete, Adrasan’dan, Türkiye’ye koyu bir muhabbete daldık. 18.30 gibi izin isteyip ben kalktım, pansiyona geldim. Orman içinde, ağaçtan, doğayla uyumlu çok güzel bir yer. Odamı gösterdiler. Hemen kendimi banyoya attım. Yıkandım ve aşağıda ki televizyon salonuna indim. Baktım FB-Akhisar Belediye maçı var. Çok sevindim. Hasta bir Fenerbahçeli olarak hemen TV başına çöktüm. İkram edilen tatlı ve çay eşliğinde maçı seyrettim. Fenerde galip. Hayat ne güzel..

d5b80-phto0065

 

668df-phto0056

Maçtan sonra odaya çıktım. Kafa lambamı takıp yatağa uzandım. Çünkü içerisi bir şey okumama imkan vermeyecek kadar loş. Günlük tutmak yerine, bugüne kadar yazdıklarımı okumak istedim. Çünkü yarın yürüyüş bitecek.Biraz nostalji yapayım. Kalan son yiyeceklerimin eşliğinde, kalan son rakımı da içerek günlüğümü okudum.

Ne kadar çok şey yaşamışım. Ne harika günler geçirmişim. Tam bir serüven bu. Mutlu ve huzurlu bir şekilde uykuya daldım.

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: