16. GÜN – 30 MART (Mavikent – Gelidonya Feneri)

Sabah daha gün doğmadan uyandım. Uykumu iyice almışım. Hemen yataktan fırladım, hazırlanmaya başladım. Bugün, Likya Yolu’nda görmeyi en çok istediğim yere, Gelidonya Feneri’ne gideceğim. O yüzden heyecanlıyım. Tüm hazırlıklarımı tamamladım ama, Kumluca minibüsleri sefere başlamadı daha. Yaklaşık yarım saatim var. Televizyonu açtım, yatağa uzandım, bir haber kanalında sabah haberlerini izledim.

07.30 da pansiyondan fırladım. Minibüsler pansiyonun tam karşısından geçiyor.  Yolun karşısına geçtim, 5 dakika beklemeden minibüs geldi.  Atladım minibüse, şöföre de Mavikent’e gitmek istediğimi söyledim. 10-15 dk. sonra Kumluca’daydık. Şöför beni Mavikent minibüslerinin kalkış yerinde bıraktı.

Kumluca oldukça büyük. Finike’nin 2 katı büyüklüğündeymiş. Bir ilçe. Daha önce hiç duymamıştım. Biraz sonra Mavikent minibüsü geldi. Hareket saati 08.30 muş. Daha yarım saat var. Sırt çantamı batonları minibüse bıraktım. Hemen ileride bir bakkal var. Gittim bir gazete ve fırından yeni çıkmış iki simit aldım. Minibüsün önündeki bankta, gazetemi okudum, kahvaltımı yaptım. 08.30 da Mavikent’e hareket ettik.

Kitapta Likya Yolunun Mavikent minibüslerinin son durağındaki caminin önünden başladığı yazıyor. Biraz sonra minibüs şöförü, ‘’Abi Likya Yolu burası, bu yoldan gideceksin’’ deyip durdu. Tam da bir caminim önü. Aynen kitabın yazdığı gibi. Ama ben indikten sonra minibüs yola devam etti. Son durak değil galiba burası. Tereddüte düştüm.

Karşıda bir market var. Oraya girdim. Marketteki kadın da Likya Yolunun şöförün gösterdiği yol olduğunu söyleyince rahatladım. Karaöz-Adrasan arasında kitaba göre hiç su yok. Ben gece Gelidonya Fenerinde kalacağım. Adrasan’a ertesi gün devam edeceğim. O nedenle marketten su alarak su stoğumu 4 litreye çıkardım. Karaöz’ de de su olduğuna göre iki günü rahat rahat çıkarırım. Yüküm epey arttı ama, yol boyunca suları içtikçe hafifleyecek.

Marketin yanından sola dönüp sahile doğru yürümeye başladım. Bir müddet sonra yolun sağında bungalovlar başladı. Ama ne çok bungalov. Üstelik bomboşlar. Daha sonra Likya Yolu büyük bir kayanın yanından sahile döndü. Baktım uzun bir kumsal. Asfalta paralel 400-500 metre gidiyor ve ileride gene asfalta bağlanıyor. Hiç kumlara girmedim. Çünkü her iki ayakkabımın kenarlarında da küçük açılmalar var, içlerine kum dolması kaçınılmaz. Geri döndüm, asfalttan Karaöz’e devam.

6dd38-phto0005

d50c6-phto0006

2de51-phto0008

Likya yolu Karaöz’e kadar asfalttan gidiyor. Asfaltları hiç sevmememe rağmen, burasını sevdim. Çünkü yol çok yoğun bir çam ormanı içinden gidiyor ve sağ tarafınızda, birbirinden güzel akvaryum gibi koylarıyla Akdeniz var. Üstelik yol da ıssız sayılır. Giden gelen araç pek yok. 2-3 km gittim, 6-7 minibüs hızla yanımdan geçtiler, içleri genç dolu. Bugün Pazar, sanırım pikniğe giden bir öğrenci gurubu. 15 dakika sonra bir baktım, minibüsler aşağıdaki bir koya girmiş, tüm öğrenciler aşağıya inmiş, ortalık ana baba günü..

ad6e8-phto0009

537c8-phto0010

Koyun üstüne geldim. Yol burada üçe ayrılıyor. Hangisi Karaöz yolu? Likya yolu işareti de yok. Gerçi tahmin edebiliyorum ama, yanlış yola girip tekrar geri dönmekten de korkuyorum. Koya inip sormaya karar verdim. Aşağıya indim. İlk masada 30 yaş civarı 3-4 erkek var, kahvaltı edip çay içiyorlar. Yolu sordum, benim tahmin ettiğim sağdaki yolmuş. Beni yemeğe davet ettiler. Yürürken yemediğimi, ama çaya hayır demeyeceğimi söyledim.

08b47-phto0015

Çay içerken sohbet de başladı. Fethiye-Ovacık’tan beri 16 gündür yürüdüğümü söyleyince işin rengi değişti, ilgi ve her geçen dakika etrafımda ki kalabalık arttı. Bu gençler Finike Meslek Yüksek Okulu öğrencileriymiş. Gelidonya Fenerine gidiyorlarmış. Burada mola vermişler. Beni soru yağmuruna tutmaya başladılar.

–   Geceleri nerede kalıyorsun?

–   Geceleri ormanda korkmuyor musun?

–   Vahşi hayvanlar bir şey yapmıyor mu?

–   Çadır su alıyor mu?  

Kimisi fotoğrafımı çekiyor, kimi benle fotoğraf çektirmek istiyor. Etrafım ana baba günü. Derken elinde kamerayla bir genç geldi. ‘’Röportaj yapabilir miyiz?’’ dedi. İyice havaya girdim. Pop star gibiyim. O sordu, ben cevapladım, kamera da sürekli kayıtta. Röportaj da bitti. Onlarla birlikte Gelidonya Feneri’ne gelmemi istediler. Yolda arabada konuşuruz diye. Onlara teşekkür ettim ve arabaya binmediğimi, amacımın yürümek olduğunu söyleyip ayrıldım.

Yarım saat sonra, tam Karaöz girişine yaklaşmışken öğrenciler arabalarla beni geçtiler. Hepsi camlarda… El sallayanlar, bağıranlar, alkışlayanlar… ‘’SEVDİM BU ÇOCUKLARI’’

de051-phto0017

6b19f-phto0016

Biraz sonra Karaöz’e girdim. Kitapta Likya yolunun marketin önünden devam ettiği yazıyor. Marketi sordum. Tarif ettiler buldum. Önünde bir çeşme var. Tüm sularımı doldurdum ve hiç duraksamadan toprak yoldan Gelidonya Feneri’ne doğru yola koyuldum. Bu parkur çok güzel, belki de en güzel koylar bu parkurda. Tamamı ıssız ve akvaryum gibi. Mavi ile yeşilin her tonunun harmanlandığı bir renk cümbüşü…

Yaklaşık 45 dakika sonra baktım, öğrenci minibüsleri yolun sağına sıra sıra park etmişler. Şöförler de sofrayı kurmuş, çay demlemişler, yemek yiyorlar. Beni yemeğe davet ettiler. Çay içebileceğimi söyleyip yanlarına oturdum. Yol bozuk olduğu için öğrenciler bundan sonrasına yürüyerek devam etmişler. 15 dk. onlarla sohbet ettim ve tekrar yola koyuldum.

1 km. sonra toprak yoldan ayrılıp küçük bir patikayı işaret eden Gelidonya Feneri tabelası çıktı karşıma. Patikaya daldım, önce hafif hafif yükselen, sonra da gittikçe dikleşen bir patika. Ağır ağır çıkıyorum. Baktım yukarıdan tek tük öğrenciler geliyor. Gezdiler, dönüyorlar sandım. Meğerse bunlar yorulup Gelidonya Feneri’ne gitmeden dönüşe geçmişler. Oraya kadar gelip de dönmek…

66d38-phto0020

d5fc2-phto0021

Ben tırmanmaya devam ettim ve bir anda Gelidonya Feneri gözüktü. Yaklaştıkça öğrenciler beni fark edip bağırış çağırış alkışlamaya başladılar. ‘’Aaaa dede geldi, dede gelmiş’’ Yürüyerek, üstelikte ağır bir sırt çantasıyla onları yakalamama şaşırmış gibiler. Fenerin önünde yabancı bir çift var. Öğrencilerin bir kısmı çiftin etrafını sarmışlar, konuşuyorlar. Diğerleri de benim etrafımı sardı.

b3559-phto0022

bf27c-phto0023

8fa98-phto0024

Dikkatimi çeken en önemli şey, istisnasız kız olsun, erkek olsun herkesin böyle bir geziye çıkma, serüven yaşama hayali olduğunu, ama gene istisnasız hepsinin bu hayalini gerçekleştirme konusunda umutsuz oldukları idi. Çocuklarımızı, gençlerimizi eğitmekte, ailelerden başlayan, okullarda devam eden bir sorun olduğu kesin. Aslında onlara öğretmemiz gereken, hayali ne olursa olsun onun arkasına takılmak olmalı.

Yarım saat sonra herkes gitti, bir ben kaldım ve manzaranın farkına ancak varabildim. Okuduğum kitap ve güncelerde, burasının sürekli rüzgarlı olduğu, çoğu yürüyüşçünün çadır kuramadığı, rüzgardan sersemleyerek birkaç fotoğraf çekiminden sonra yola devam ettikleri yazıyordu. Şansıma bugün rüzgar sıfır, denizde çarşaf gibi. Orada tahtadan bir kerevet var. Çıktım oturdum ve bu harika sessizlik içinde belki 30 dakika manzarayı seyrettim.

5b708-phto0028

86da0-phto0026

Saat 17.00 gibi Adrasan tarafından, yukarıdan bir çift indi geldi. Orta yaşlarda. Adam yanıma geldi, tanıştık. İlk defa çok sıcak kanlı, bize benzeyen bir Alman gördüm. Sürekli anlatıyor, gülüyor. Tıpkı bizler gibi beden dilini de sonuna kadar kullanıyor. ‘’Şahane bir ülke burası, Olympos dağı harika’’ derken, elini de parmak uçlarını birleştirip ağzına götürüyor ve öpücük konduruyor. Sevimli bir şey. Kadın pek sokulmadı yanıma, o ağaçlardan odun toplamaya başladı. Anlaşılan onlar da gece burada kalacak. Bir anda buna canım sıkıldı. Bu harika yerde yalnız kalıp, özel bir gece geçirmeyi planlamıştım. Galiba bu mümkün olmayacak. Ama üstümden çabuk attım bu duyguyu.

Gittiler, biraz ilerde fenerin duvarı üstüne oturdular, bira çıkarıp içmeye başladılar. Hem de şişe bira. Birer bira bitti, kadın gene odun toplamaya kalktı. Adam bir bira daha çıkardı. Ayakları ile uğraşıyor. Sanırım canı yanıyor. Bir müddet sonra dayanamadım, hanımın aldığı ayak kremi ile, ayak spreyini götürdüm, kullanabileceğini ve kendini daha iyi hissedeceğini söyledim. Sevindi. Kullandıktan sonra geri getirdi‘’Sen bunları taşıyor musun?’’ dedi. Çantamı aldı bir okkaladı. ‘’Çok ağır, çok ağır’’ dedi.

Sonra Türklerin bu yolları niye yürümediğini sordu. İlk karşılaştığı Türk benmişim.  ‘’Antalya’da benim Türk bir arkadaşım var, daha Olimpos’a hiç gelmemiş’’ dedi.  Ben gayrı ihtiyari savunmaya geçtim. ‘’Türkiye’de bu sporun yeni yeni başladığını, her geçen gün Türk yürüyüşçü sayısının arttığını’’ söyledim.

Gitti gene duvarın üstüne oturdu. Gene bira çıkardı. Sanırım çanta sırf bira.. Biraz sonra benim geldiğim taraftan biri geldi. Sırt çantasız, yürüyerek. Önce Almanların yanından geçti. Türkçe ‘’Merhaba’’ dedi. Alman hopladı yerinden bana seslendi‘İkinci Türk geldi’’

Derken 2 adam, bir kadın daha geldi. Benim oturduğum kerevete çıkıp oturdular. 4 kişilik bir arkadaş grubu. Antalya’da yaşıyorlarmış. Hafta sonu tatil için gelmişler. Sandviçler ve bir termos sıcak su çıktı. İsteyen çay, isteyen nescafe içmeye başladı. Bana da zorla yarım sandviç verdiler. Bir bardak da çay içtim. Sıcakkanlı, çok neşeli, hoş bir arkadaş grubu. Kahkahalarımız ortalığı çınlatıyor. Biraz sonra kalktılar, vedalaşıp gittiler.

Biz sohbet ederken Almanlar da ateş yaktılar, yemek faslına başladılar. Tabi bira da yanında. Beni de davet ettiler. Teşekkür ettim, ama gitmedim. Çünkü adamla kadın sık sık, sevgiyle birbirlerine sarılıyor. Sanırım aralarında yeni filizlenmiş bir aşk var. Onları başbaşa bırakmamın daha doğru olacağını düşündüm. Çünkü bu güzellikte, romantizmin zirvesine ulaşmak onlar için harika olacak.

Fenerin öbür tarafına gittim. Çadırımı kurdum, yerleştim. Sonra tekrar etrafı dolaşmaya ve fotoğraf çekmeye gittim. Derken fenerin tam önünden, çıkılamaz gibi görülen bir yerden, eşofmanlı bir adam, çalıları haşırdata haşırdata çıktı. Almanların yanına gitti. Onlara bir şeyler söyledi. Sonra benim yanıma geldi.

Kumluca’da avukatmış. Hafta sonları günübirlik doğa yürüyüşleri yapıyormuş. Benim hanımla, eczacı bir arkadaşım var, o da karısıyla beraber arkadan geliyorlar dedi. Biraz sonra onlar da geldi. Güya ıssızlığın ortasındayız, yol geçen hanı gibi oldu burası. Eczacı beyin bir tek kravatı eksik. Almanların etrafını sardılar, fotoğraf çektirecekler. Ben de hemen araya kaynak oldum. 15 dakika sonra onlarda gitti. Hava kararmak üzere. Çadırdan kafa fenerimi aldım. Tekrar fotoğraf çekmeye ve manzara seyretmeye çıktım.

9ed3d-phto0034

83d9a-phto0033

4c790-phto0040

bc14c-phto0035

e3294-phto0036

Biraz sonra fener de devreye girdi. Hava tamamen karardı. Dolunaya yakın bir ay var. Denizin üstünde ay ışığı parlıyor. Fenerin ışığı da, belirli periyotlarla her 10-15 sn de bir, loş ve tatlı bir şekilde etrafı aydınlatıyor. Tam masalsı bir atmosfer var. Sanki doğada bir yerde değil de, fantastik bir film için Hollywood stüdyolarında hazırlanmış masalsı bir yerdeyim. Çadıra gittim, bir duble rakı aldım, bir de aç-bitir salam. Oturdum bir taşın üstüne, bir saate yakın manzarayı seyrettim.

Saat 21.00 gibi üşüdüm çadıra girdim. Bir duble rakı da çadırda yapıp uyudum.

Reklam
Comments
3 Responses to “16. GÜN – 30 MART (Mavikent – Gelidonya Feneri)”
  1. ofisburo2014 dedi ki:

    Reblogged this on oktayschreiber.

    Beğen

  2. Ali Deniz dedi ki:

    öyle bi yerde ayı ya da bi domuzun saldırmaması büyük şans bence:)

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: