13. GÜN – 27 MART (Aparlei-Kapaklı)
Sabah 06.00’da uyandım. Herkes uykuda daha. Önünde bir kuyruk oluşmadan, öncelikle tuvaletteki işlerimi hallettim. Yavaş yavaş çadırımı toplamaya başladım. Güneş yüzünü göstermeye başladı. Harika bir gün olacak sabahtan belli. 07.20 gibi her türlü hazırlığım tamam.
Rıza kalkmış kahvaltı hazırlıyor. Kamera pillerini şarja vermiştim. Onları istedim, gitti getirdi. Bu arada Almanlar da uyandı, toparlanmaya başladılar. Çardağa geçtim, kahvaltıyı beklemeye başladım. 10 dakika sonra Almanlar, onlardan 5 dakika sonra da Hollandalılar geldi. Rıza kahvaltıları getirdi. Harika. Hollandalılar kahvaltıyı çok beğendiler. Türkiye’de kahvaltı kültürünün çok iyi olduğunu, her yerde kahvaltıların çok güzel olduğunu, İtalya’da ise çok kötü olduğunu anlattılar.
Kahvaltıdan sonra Rıza’dan hesabımı istedim. Ödedikten sonra eşiyle birkaç fotoğraflarını aldım. Herkesle vedalaşıp Kaleköy’e (Simena) doğru yola çıktım. Çünkü Rıza Simena’nın harika bir yer olduğunu, orada mutlaka konaklamam gerektiğini söyledi. Ben de merak ettim. Aslında niyetim Kapaklı’ya gitmekti.
Likya Yolu, Purple House’ın arkasından, düz bir kıstaktan gidiyor. Yarımadanın öbür tarafındaki koya çıkıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra kıstağın öbür tarafındaki koya geldim.
Bir müddet sonra patika deniz kıyısından ayrılarak içeri doğru yükselmeye başladı. Kısa bir müddet sonra başka bir koya ulaştı. Üçağız’a yaklaşıyorum galiba.
Saat 10.45 gibi, köy girişinde kısa süreli bir yol kaybı yaşasam da Üçağız’a ulaştım. Sahile yöneldim. Oldukça büyük bir market buldum. Pil, yiyecek, rakı, su aldım. Hiç vakit kaybetmeden yola koyuldum. Likya Yolu, Üçağız’dan sonra geniş bir toprak yoldan devam ediyor. Yürümesi keyifsiz ama, yol düzgün olunca, mesafe-zaman ilişkisi hemen olumlu yönde değişiyor. Bir saatten biraz fazla bir sürede, pek çok teknenin bakıma alındığı büyük bir çekek yerine geldim. Simena çıkışı buradan sağa doğru. Taştan, insan eliyle yapıldığı besbelli antik bir yoldan, dik ama kısa bir çıkışla gidiliyor. Aşağıdan bakıldığında sağda kale ve solda lahitler gözüküyor.Bir iki çift var aşağıya inen. Hızla tırmandım. Tepenin üstünde Simena antik kent girişi var.
Kaleköy çok değişik bir yer. Yolu yok, sadece denizden ulaşılabiliyor, ya da benim geldiğim gibi yürüyerek. Dimdik bir kaya duvarına kurulmuş, sadece merdivenlerle inilip çıkılabilen bir köy. Merdivenler de antik. Her yer pansiyon, otel, restaurant.
Ancak şans bugün benden yana değil. Sahile kadar geldim. Sahil deyince bir kumsaldan bahsetmiyorum. Denizden yarım metre yüksekliğinde, 1 metre genişliğinde beton bir yol. Hava çok rüzgarlı ve oldukça da sert bir deniz var. Dalgalar bu yolda patlıyor ve hemen arkasındaki binaların duvarlarını yıkıyor. Yürümek imkansız. Sakin bir günde Kale’de dolaşmak, sahilde ki restaurantlarda yemek yemek, rakı içmek harika olurdu. Kaş’ı simgeleyen, ünlü denize batmış lahit de Kale’deymiş ama göremedim. Sanırım o sahilde yürümek gerekiyordu.
Bir anda Kale’de kalma fikrimden vazgeçip, Kapaklı’ya devam etme kararı aldım. Kale aşırı rüzgarlı bugün. Kapaklı’ya rahat rahat gidebilecek kadar zamanım da var. Yürü o zaman. Biraz önce kolaylıkla indiğim merdivenleri şimdi çıkmak gerek. Her güzelin bir dikeni var. Kale’nin dikeni de çıkışı.
Tekrar Simena girişine geldim. Müze görevlisi, mavi gömlekli bir genç önüme geçti. ‘’Abi gel otur, bir su iç’’ dedi. Çıkış yorgunluğu nedeniyle ikiletmedim, banka çöktüm. Gitti su getirdi. Sohbete başladık. Bir böbrek rahatsızlığı varmış. Doktorlar Antalya’ya sevk etmişler, daha gitmemiş. 1979 yılından beri böbrek rahatsızlığı çeken biri olarak, ciddi bir sorunu olduğunu hemen anladım. Kendisi farkında değil. Onu korkutmadan, benimde sürekli böbrek rahatsızlığı çektiğimi, böbreğin ihmale gelir bir organ olmadığını, hiç anlamadan diyaliz makinesine mahkum olabileceğinden bahsettim ve en kısa zamanda Antalya’ya gitmesini tavsiye ettim. ‘’Gideyim ben o zaman’’ dedi.
Sohbet, onun rahatsızlığından bana kaydı. ‘’Nerelisin?’’ dedi. ‘’Gönen’liyim. Balıkesir-Gönen’’ dedim. ‘’Neredeydi abi bu Balıkesir? Bodrum’a yakın bir yerdi değil mi?’’ dedi. Dondum kaldım. İşi turizm, kendi ülkesindeki büyük bir şehri bilmiyor daha. Yolda tanıştığım turistlerin bile neredeyse tamamı biliyordu. Çok uzatmadım sohbeti, biraz önce çıktığım yerden inerek çekek yerine tekrar ulaştım. Kapaklı yoluna saptım.
Toprak bir yoldan ilerliyorsunuz önce, geniş bir düzlükte toprak yol bitiyor, küçük, belli belirsiz patikalar başlıyor. Tabi işaret sorunu da. Birkaç kez işaretleri kaybetme-bulma faslından sonra, patika belirgin bir hale dönüştü. Artık takip etmesi kolay. Bir koya geldim. Burada boş bir tesis var. Kitapta yazdığına göre, mavi yolculuğa çıkan teknelerin yakıt ikmali yaptığı yermiş. Bir köpek havlaması dışında hiçbir hayat belirtisi yok.
Bundan sonra yol harika bir hale dönüştü. Okuduğum pek çok güncede, kitapta, Likya Yolu’nun bazı etaplarının güzelliğini öven uzun yazılar var. Kale-Kapaklı arasına ilişkin ise hiçbir yazı okumadım. Ama bana göre bu güzergah, özelliklede koylardan geçtiğiniz bölümler, Likya Yolunun en güzel bölümlerinden biri. Issız koylar birbiri ardına önünüze diziliyor.
Yürüyüş hızım bu bölümde sanırım saatte 1 km. nin altına düşmüştür. Çünkü yürümekten çok manzara seyrediyorum artık. Kah bir taşa oturup, sırt çantamın ağırlığını taşa vererek, kah sırt çantasını atıp yatarak.. Biraz sonra çok büyük beton, harap bir iskeleye geldim. Arkasında, eskiden burada bir tesis ya da bina olduğunu gösteren küçük birkaç kalıntıdan başka bir şey yok. Likya yolu tam burada denizden ayrılıp, içeri doğru tırmanıyor. Yavaş yavaş, uzunca bir süre tırmandım. Bu arada ikindi ezanı okundu. Ses yakından ve sol üstümden geliyor. Kapaklı olmalı burası. Henüz göremiyorum ama artık yakın olmam lazım. Çıkış bitti, bir düzlüğe geldim. Burada keçilerini otlatan bir kadın, yarım saatte Kapaklı’ya ulaşabileceğimi söyledi. Yürümeye devam ettim ama git git bitmiyor. Düzlük bitti tekrar tırmanış başladı. Bir anda Kapaklı yukarıda gözüktü. Likya yolu Kapaklı’ya girmiyor, altından Sura’ya devam ediyor.
Tam tabelada Likya Yolundan ayrıldım. Çünkü gece kamp kurabilmek için suya ihtiyacım var. Köyden su ikmali, bakkal varsa yiyecek ikmali yapacağım. Köye çıkan bir yol, patika gözükmüyor. Biraz dik olsa da, en kısa yoldan köye ulaşmayı seçtim ve amiyane tabiriyle yardıra yardıra tırmanarak köyün içinde ki bir yola çıktım. Doğru camiye gittim. Çünkü su da, varsa bakkal da, kahve de caminin yanında oluyor köylerde. Caminin yanında 4-5 kişi oturmuş sohbet ediyor. ‘’Merhaba’’ deyip yanlarına oturdum. Kapaklı’da kahvehane de, market de yokmuş. Mecburen sadece sularımı doldurdum ve dinleniyorum. Standart sohbet de devam ediyor. Ben yaşta ki adamlardan biri, ‘’Emekli asker misin?’’ dedi. Şoka girdim. Emekli olalı 14 yıl oldu. Saçlarım uzun at kuyruğu, yüzümü 20 günlük bembeyaz sakallar kaplamış, her iki kulağımda iki küpe. Kılık kıyafetimden asker olduğumu anlamasına imkan yok. Ama kim bilir ne yaptım ki, ‘’Ben askerim’’ mesajını verdim. Bu ikinci oluyor. Bir kez de gene, ilk kez gördüğüm bir adam asansörde sormuştu bu soruyu. Üstüme sinmiş besbelli. Nasıl anladığını sordum ısrarla, o da söylemedi ısrarla.. ‘’Ben anlarım’’ dedi.
Kalkma zamanım geldi. Kamp kuracak uygun bir alan bulmam gerek. Süratle Kapaklı altında ki sarı Likya Yolu tabelasının yanına indim. Sura istikametinde uygun bir kamp yeri baka baka yürümeye başladım. Yaklaşık 2 km. sonra uygun bir alan buldum. Havanın kararmasına az var. Hemen çadır kurmaya giriştim. Önce çadır yeri altı temizlenecek. Otların arasında ki taşları temizlemeye başladım. Temizle temizle bitmiyor. Uzamış otlardan o kadar taşlık olduğu anlaşılmıyordu. Fark etseydim başka bir yer seçerdim. Artık başka yer bakmaya da üşendim. 15 dk. sonra zemini çadırı kurabilecek bir duruma getirdim. Çadırı kurdum, yerleştim, bende hemen içeri girdim.
Yeni bir yürüyüş planı yapmalıyım. Tüm yolu bitirmeye bütçem yetmeyecek, bu artık belli oldu. Çünkü 3 gündür çadırdayım, gene leş gibi oldum. Kıyafetler, kendim resmen kokuyorum artık. Açtım haritaları, kitabı. Demre-Finike arasındaki 1800 metre irtifadan geçen zorlu etabı atlamaya, kalan paramla Likya Yolunun görmeyi en çok istediğim Gelidonya Feneri-Olimpos etabını yapmaya karar verdim.
Rakının verdiği rahatlamayla iyice uyku bastırdı; uyuya kalmışım.