KARİA YOLU – BOZBURUN YÜRÜYÜŞÜ 4. GÜN (25 MART 2016)
Sabah 06.30 da uyandım, ama hemen kalkmadım… Yaklaşık bir saat, yatağın içinde sağa sola yuvarlanarak yatak keyfi yaptım. Saat 07.30’da kalktım, giyindim ve kahvaltı için dışarı çıktım. Hava gene limoni… Bir kapatıyor, bir açıyor ve mevsime göre son derece soğuk. Bir börekçide su böreği yedim ve bir kaç gazete alarak pansiyona döndüm. Yatağa uzandım, 1-1.5 saat gazeteleri okudum. Sonra kalktım ve sırt çantamı hazırlamaya başladım. Bugünkü planım İsteriç’e (Bahçeli) ulaşmak. Çünkü yürüyüşe ancak öğlen 13.00 gibi başlayabileceğim.
11.30’da pansiyondan çıktım. Bayır minibüsleri çok yakından kalkıyor, Vakıfbank’ın önünden… Gittim minibüs orada, içinde hiç kimse yok. Malzemelerimi bıraktım ve tekrar dışarı çıktım. Arabanın kalkmasına daha 20 dk. var. Hemen köşede bir restaurant gördüm. Girdim bir işkembe çorbası içtim. bu esnada kalkış saati geldi, tekrar minibüse döndüm. Minibüsün içinde çantasını, filesini doldurmuş kadınlar var. Sanırım bugün Marmaris’in pazarı. Yarı dolu, yarı boş yola çıktık. Yaklaşık 30 dk.lık bir yolculuktan sonra da Bayır’a geldik.
Hiç oyalanmadan yola koyuldum. Daha önce bu rotayı yürümenin avantajıyla hızla Bayır’dan çıktım ve asfalt yoldan sola sapan patika’ya girdim.
Dar bir vadiye giren bu patika, yaklaşık 1.5 saatlik bir yürüyüşün sonunda tekrar asfalta çıkacak. Asfalta kadar olan bu bölüm, bir önceki yürüyüşümde, işaretler açısından beni en fazla zorlayan yerlerden biri olmuştu. Şimdi daha da kötü olmuş. İşaretler seyrek ve genelde yerde… Neredeyse diz kapaklarımın üzerine çıkan otlar nedeniyle de görmek mümkün değil. Ancak geçen sefer bol bol işaret aradığım için, sorunlu yerleri hiç takılmadan geçtim gittim ve asfalta ulaştım.
Asfalttan yaklaşık 3 km, yani 40-45 dakikalık bir yürüyüş olacak. Sonra solda, tahtadan yapılmış bir taxi durağı kulübesi var… Onun önünden gene patikaya girilecek. İniş olduğu için rahatlıkla yürünen bu asfalt bölümü geçtim ve uzaktan taxi durağını görmeye başladım. Buraya yaklaşınca biraz tedirginliğim arttı. Çünkü 2 yıl önce, bu duraktan sonra ki patikada, çok yakından bir el ateş edilmişti ve sonra karşıdan 45-50 yaşlarında, uzun saçlı, atletik yapılı, oldukça değişik bir tip çıkmıştı. Kayıp hayvanlarını aradığını söyleyen bu arkadaş, ısrarla yalnız yürüyüp yürümediğimi sormuştu. Ben de ”suça karşı güvenlik” kapsamında, yalnız olmadığımı, arkadaşların arkadan geldiğini söyleyip yola devam etmiştim. O adam aşağıda ki taxi durağının kendisine ait olduğunu söylemişti. O nedenle buraya yaklaşırken gene bir tedirginliğim oldu.
Durağı uzaktan görüyorum. Birden karşı tepelerden ”Heeeyt, hemşerim”, ”Hoaaooyt!” gibi acayip naralar geldi. Hiç tereddütsüz, kimseyi görmeden bunun onun sesi olduğunu ve bana seslendiğini anladım. Yapılacak bir şey yok, yola devam…
Durağa geldim. Benim adam orada. Bir kadın ile bir adamda durağın önündeki bir koltukta oturuyor. Taxi durağı tabelası kalkmış…
Oooo! Benim adam gene abuk sabuk konuşuyor. Hem de bağıra çağıra… Günahını almak istemem ama çok büyük ihtimalle alkollü. ”Gel bir çay iç” diye ısrar ediyor. Hem de ne ısrar. Diğer adamla kadın ise hiç konuşmuyor. ”Hayır yolum uzun, hemen gitmem gerek” diyorum… O robota bağlamış gibi sürekli ”Bir çay iç” diyor. En sonunda yanlarından sıyrıldım ve hızla patikaya daldım. Bu patika asfalttan gelirken geçtiğiniz vadinin karşı yamacı. Bakınca bunun neresinden geçilir diyeceğini derecede dimdik ve kayalık. Sadece eğimin uygun olduğu ağaçlıklı bir bölge var. Oradan geçeceğim.
Patikada yavaş yavaş yükselmeye başladım. Yükseldikçe diklik artıyor, tabii yorgunlukta… En sonunda 2 yıl önce sakatlandığım yere geldim. Bu kez çok daha dikkatli bir şekilde bu son bölümü aştım. Bundan sonra Bahçeli’ye inişe başlamadan önce düz ve çalılık bir arazide bir müddet gidiyorsunuz. Bu bölüme geldim, tırmanışı bitirmenin verdiği rahatlıkla sırt çantamı çıkardım ve dinlenmek için yere oturdum. Doğayı dinleyerek yaklaşık 15-20 dk. dinlendim. Vücudum soğudukça üşümeye başladım… ”Yolcu yolunda gerek” deyip tekrar kalktım ve yola koyuldum.
Biraz irtifa aldım ve aniden çalılıkların arasından düz ve açıklık bir alana çıktım. Yaklaşık 10 metre önümde bir çamur havuzu var ve içinde 4-5 yaban domuzu yatıyor. Açıklık alana çıkmamla domuzlar fırladılar ve sanki bir at sürüsü koşuyormuşçasına gürültülü toynak sesleri ve bir toz bulutu çıkararak, sağımdaki 20 metre mesafedeki çalıların arasına dalarak gözden kayboldular. Ben de heykel gibi kalakaldım.
Yıllardır doğada yürürüm. Hiç bu kadar yakından bir domuz sürüsü görmemiştim. Domuzlarbiri hariç orta boydu.. Sadece muhtemelen erkek olan biri çok iriydi. Bir an düşündüm… Koca koca hayvanlar, beni görünce akılları çıktı ve hiç abartmıyorum, göz açıp kapayana kadar geçen bir sürede gözden kaybolup gittiler. Öylesine ki gözden kaybolduklarında daha kamerama ulaşamamıştım bile… Hayvanlarda ki korkunun büyüklüğüne bak… İlk kez, aslında doğada ki en büyük yırtıcının biz insanlar olduğunu iliklerime kadar hissettim.
Biraz heyecanlanmış, birazda büyülenmiş olarak 1-2 dakika kalakaldım. Sonra mantığım devreye girdi ve ”çek git hayvanların evinden’‘ dedim ve hızlıca bölgeden uzaklaştım.
Biraz sonra Bahçeli’ye iniş başladı. İlk iki gün iyi olan sağ dizimde bu kez çok hafif bir ağrı var. Sakına sakına, yavaş yavaş inişi tamamladım ve saat 17.30 gibi Bahçeli’ye girdim.
Tam Bahçeli’ye giriş noktasında, tabelanın sağında bir ev var. Geçen sefer o evden su almıştım. Hatta ev sahibi Erdoğan abi ile birlikte,- o da hayvanlarına bakmaya gidiyormuş- Taşlıca yolunda bir müddet yürümüştük.. Gene o eve doğru yöneldim ancak bir tuhaflık var. Bu ev hatıralarımda ki su aldığım ev değil. Başka bir ev… Evden biri çıktı. Aaaa adamı hemen tanıdım. Bu arkadaşta geçen yürüyüşümde Bahçeli’ye gelmeden önce karşılaştığım ve bir müddet sohbet ettiğim emekli bir turizmci idi… O da beni tanıdı. Sohbete başladık. Derken evden orta yaşlarda biri daha çıktı ve o da sohbete dahil oldu. Tulumbayı çalıştırdılar. Tüm sularımı doldurdum.
Bu ev gerçekten Erdoğan abinin evi değilmiş. Benim yürüdüğüm yıl yapılmış. Dolayısıyla Erdoğan abinin evi bir alttaki ev olmuş… Erdoğan abiye seslendiler… ”Erdoğan Abiii, senin videonu Youtube koyan arkadaş geldi” Erdoğan abi geldi. Bir müddette onunla sohbet ettik. Erdoğan abi, video sonrası köyde meşhur olmuş. En sonunda arkadaşlardan izin istedim. Çünkü yakında hava kararacak. Daha bir kamp yeri bulmam gerekiyor. Genç arkadaş, hemen ileride bir yeri işaret etti. ”Oradaki badem ağacının altına kurabilirsin çadırını” dedi. ”Yer dümdüzdür ve istediğin kadar badem yiyebilirsin”
Gittim baktım, hakikaten çok güzel bir yer, ağaç ta silme badem (çağla) dolu. Kampımı burada kurmaya karar verdim. Attım sırt çantamı, biraz video çekimi yaptım, biraz badem yedim ve daha sonra hızla kampımı kurudum. Bu gece; mat niyetine kullanacağım güneşliği ilk kez deneme fırsatım olacak. Soğuğu keseceği konusunda eminim ama, sert zemin problemini aşabilecekmiyim bilemiyorum..
Kampımı kurana kadar hava tamamen karardı, ben de hemen çadıra girdim. Çadırın içinde radyomu açtım, bir duble rakı koydum ve yemeğimi yemeğe başladım. Bu esnada dışarıda gene sert bir rüzgar başladı. 1 duble daha içtim ve uyku iyice bastırdı. Uyumuşum…
Gece yarısı tekrar uyandım. Rüzgar dışarıda iyice şiddetlenmiş. Hem belim, hem sırtım ağrımış, hem de üşümüşüm. Kontrol ettim. Oto güneşliği çalışıyor. Yani yerden extra bir soğuk almıyorum. Şimdi çalışmayan ise uyku tulumu niyetine kullandığım Ferrino Rider Bivak. Daha doğrusu hem dışarısı çok soğuk. Sanırım 5-6 C kadar. Hem de yedek kıyafetlerimi de sert zemine karşı altıma yaydığım için sıkıca giyinik değilim… Kıyafetleri giysem sert zemin iyice rahatsız edecek. Pançomu açtım ve üstüme yorgan gibi örttüm. O incecik panço bile yeterli oldu. 5 dakika sonra bir sıcaklık tüm vücudumu kapladı ve tekrar uykuya daldım
Doğada yabani hayvanlarla karşılaşmanın verdiği heyecan ve ardında bıraktığı keyif, paha biçilmez..
BeğenLiked by 1 kişi