5. GÜN – 19 MART (Gavurağılı-Kınık)
Posted by Seawolfmete on 16 Ekim 2013 · 1 Yorum
07.00’da uyandırdılar. Çantamı topladım. Çamaşırlar kurumamış, hepsi sucuk gibi. Bu yüküm artacak anlamına geliyor. Çantam zaten çok ağır. (20 kg oldu sularla birlikte) Allahtan bugünkü parkur rahat. Deniz seviyesine inip, o irtifada devam edecek. Çıkış yok yani.
Kahvaltıya geçtim. Almanlarda yeni gelmişler. Bende oturdum. Fatma çay getiriyor, börek getiriyor.. Çok güzel bir kahvaltı. Çay keyfiyle birlikte 40 dakika geçti. Saat 08.00’a geliyor. Artık kalkmam gerekiyor.
Hesabı görüp odama gittim, sırt çantamı yüklendim, dışarı çıktım. Almanlar da sırt çantalarını yüklenmişler vedalaşıyorlar. Bende vedalaştım. Almanlarla beraber yürümemek için, ‘’Benim gitmem gerek’’ deyip yola koyuldum. Almanlarla yürümek istemememin nedeni, biri 71, biri 67 yaşında, beni yavaşlatırlar diye düşünüyorum. Gerçi ikisi de çok iyi durumda ama, yıllara karşı koymak zor. Yola beraber çıktıktan sonra da bize yolda bırakmak da yakışmaz. O nedenle resmen tüydüm.
Bir müddet köy yolundan gittim. Sağ tarafta harika manzaralar. Solda yoldan ayrılan bir patika var, tam girişinde de Likya yolu işareti. Tereddüte düştüm ama, bu patikaya daldım. 300 metre gittim ikinci bir işaret görmedim. Biraz oturdum dinlendim, geri döndüm, gene yoldan gidiyorum. Sağ tarafımda ağaçların çalıların arasından bir şeyler hışırdayarak yukarı geliyor. Ne oluyor derken bizim Almanlar kan ter içinde yola çıktılar. Onlar da yolu kaybedip aşağı inmişler. Beni görünce sevindiler.

‘’BURAYA BİR PARANTEZ AÇAYIM. LİKYA YOLU İŞARETLERİ BELCEĞİZ’E KADAR HARİKAYDI. ÇOK SIK, HEKESİN RAHATLIKLA TAKİP EDEBİLECEĞİ SIKLIKTA. ANCAK BU İŞARETLER, BELCEĞİZ’DEN LETOON’A KADAR BİR FELAKET. İŞİN ACI TARAFI, BİRİLERİ TARAFINDAN BİLEREK VE İSTEYEREK BU HALE GETİRİLMİŞ. BU DURUMU GAVURAĞILI’NDA ALİ’YLE DE KONUŞMUŞTUM. KENDİLERİNİN BURAYA BİR TURİZM YATIRIMI YAPTIĞINI, AMA BÖYLE GİDERSE BİR GÜN BURADA ACI BİR OLAY YAŞANMASININ KAÇINILMAZ OLDUĞUNU VE ZAMANLA BU GÜZERGAHI İNSANLARIN YÜRÜYÜŞ PLANLARINDAN ÇIKARACAĞINI, BUNDAN DA EN ÇOK KENDİLERİNİN ZARAR GÖRECEĞİNİ ANLATMIŞTIM. ALİ’DE ZATEN PEK ÇOK SAYIDA KAYBOLMUŞ, YARALANMIŞ, PERİŞAN HALDE YÜRÜYÜŞÇÜNÜN GELDİĞİNİ SÖYLEDİ VE İŞARETLERİ KONTROL EDİP DÜZELTME SÖZÜ VERDİ. UMARIM YAPMIŞTIR.’’
Haliyle bir üçlü olarak yola devam ettik. Öne Pydnai’ye geldik. Küçük bir antik kent. Bir kapısından girdik, 10 dakika sonra öbür kapısından çıktık. Kısa bir yürüyüşle de küçük bir köprüden Özlen Çayını geçerek sahile indik.
Sağ tarafta güzel, ağaçtan yapılmış bir tesis var. Kapısından bir genç seslendi. ‘’Buyrun gelin’’ diye. Hepimizin de molaya ihtiyacı var. Girdik içeri. Gençten iki yürüyüşçü oturmuş yemek yiyorlar. Bizde oturduk bir masaya. Yerin adı ‘’Patara Green Park’’ Aslında bir camping. Çadır kuruyorsunuz. Elektrik, su, tuvalet, banyo hepsi var. Bizim oturduğumuz yer ise restaurant/bar kısmı. Ağaçtan ve doğayla uyumlu, Almanlar çok beğendi.

İki gençle tanıştık. Zafer ve Durmuş. Çalışan mı, işletme sahipleri mi bilmiyorum. Burası 1 yıllık bir tesismiş. Yani tesis son derece yeni, fiyatlar da uygun. Tam kalınacak bir yer. Zafer ve Durmuş’a Gavurağılı inişinde yaşadıklarımı anlattım. Durumu biliyorlar. Gavurağılı’nda ki pansiyonların bu işi yaptıklarını söylediler. – Gavurağılı’nda benim kaldığım Ali’nin pansiyonu dışında bir pansiyon daha var.- Gavurağılı’nın yürüyüşçüler tarafından konaklamak için tercih edilmediğini, bu nedenle oradaki pansiyonların işaretleri özellikle karıştırdıklarını, böylelikle de yorgun ve perişan olmuş insanları orda konaklamaya zorladıklarını söylediler. Ben bana söylenenleri aktardım. Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Benim kaldığım pansiyonun sahibi Ali, kesinlikle bunu yapacak bir insan değil. Ama ortada da mutlak çözülmesi gereken bir durum var. Görmemezlikten gelmek, sorumsuzluk olur.
Her neyse çaylarımızı içerken Zafer ile sohbet ettik. Özlen çayından Letoon’a giden yolun yaklaşık 2 kilometrelik bir bölümünün günlerdir yağan yağmur nedeniyle bataklık haline dönüştüğünü söyledi. İçerde yemek yiyen çift dün gece oradan gelmişler, perişan olmuşlar. (Bu bölge Özlen Çayının denize döküldüğü delta da. Zaten bataklığı andıran bir alan.) Almanlara durumdan bahsettim. Haritalarını çıkardılar. Ellerinde ki harita 1/150.000 lik. Bende ise internetten indirdiğim fotokopiler var. Piyasada satılan haritalar da 1/250.000 lik. Bir işe yaramaz yani. Ortak bir karar olarak bu 2 km. lik bölümü yoldan yürümeye karar verdik. Ben kendi adıma tek ayakkabıyla yürüyorum. Islanırsa halim harap çünkü. Yola döküldük. Likya yolunun beklide en zevksiz bölümü burası. Göz alabildiğince uzanan seraların arasından, parke taşlı bir yoldan yürüyoruz. İkide birde yanımızdan hızla arabalar, motosikletler geçiyor ve yürüyüş zevkimizi yok ediyor. Allahtan yol düz, hızlı ilerliyoruz. Bir seradan kamyona domates yükleniyor. Rusya’ya gidecekmiş. Bizim Almanlara hemen dört adet domates hediye ettiler.

Biraz ilerledik. Sol tarafta bir evin bahçesinde bir kalabalık var. Ağırlıklı olarak kadın, birkaç da genç erkek var. Çocuklardan biri seslendi buyurun gelin diye. Almanlara gelin dinleniriz biraz, çay da içeriz dedim. Girdik bahçeye. Bize hemen sandalye getirdiler. Sonra koca bir leğen, ağzına kadar pişi dolu geldiler, pişi ikram ettiler. Çay koydular. Peynir, zeytin ikramın bini bir para. Almanlar ne olduğunu sordular. Bende kadınlara sordum. Yengeleri geçen sene bugün ölmüş. Onun yıl dönümünde böyle bir hayır yapıyorlarmış. Ben de Almanlara anlattım.

Biraz sonra izin isteyip kalktık. Yaklaşık 600-700 metre sonra Letoon’a geldik. Müze girişinde tahta masalar var. Almanlar Letoon’u gezmek istemedi. Sadece tahta masalarda oturup oturamayacaklarını sordular. Müze görevlileri izin verdi, oturdular yemek yemeye başladılar. Ben de müze görevlisi ve yanında bir arkadaşı var onlarla sohbete giriştim. Müze görevlisi de koca bir tabak pişi çıkardı, ikram etmeye çalışıyor. Almanlar gülüyorlar. Bu kadar ikram karşısında hem şaşkınlar, hem de mutlular. Bizim biraz önce aşağıda bir evde yediğimizi söyledim. Komşularıymış, bunlar da oradan gelmiş zaten.

Kalktık yola devam. Biraz sonra Kumluca’ya girdik. Oldukça büyük. İlçe mi, belde mi? Bilmiyorum. Tabii burada sırt çantasıyla yürüyüş iyice tuhaflaştı. Bir saat sonra Eşen çayına geldik. Bu çay Muğla – Antalya il sınırını belirliyor. Çaydan ötesi Antalya. Eşen köprüsünü geçtik ve Kınık’a girdik. Xanthos buraya 1 km. Kınık da oldukça büyük. Bir pidecinin önüne geldik. Canım anormal pide istedi

Önümde iki seçenek var. Ya Xanthos’a devam edeceğim ve orada kamp kuracağım. Ya da Kınık’ta kalacağım. Pideci ile konuştum. Kınık’ta pansiyon, otel olmadığını söyledi. Şaşırdım. 2 haneli Gavurağılı’nda iki pansiyon var, koca Kınık’ta yok. Ancak yeni bir yerin hazırlandığını, sezona yetiştirmeye çalıştıklarını söyledi. ‘’Seni oraya göndereyim, yer bulabilirsen kalırsın’’ dedi. Almanlarla vedalaştık. Onlar arabayla Patara’ya – Gelemiş’e geçecekler. Gece orada kalıp, sabah arabayla Kalkan’a gidecekler. Yürüyüşe Kalkan’dan devam edecekler. Onları bıraktım. Pidecinin çırağının arkasına takıldım. Beni bir sigorta ofisine getirdi. İçerde küçük bebeği ile genç bir kadın, birde yaşlı bir kadın var. Apart daire olarak hazırlıyorlarmış tesisi. Bir daire hazırmış. ‘’Kaç lira’’ dedim. ‘’30 TL’’ dedi yaşlı kadın. ‘’20 TL. veririm, yemek kahvaltı istemem’’ dedim. Kadın birine telefon etti. 5 dk. sonra bir adam geldi. Onunla da biraz sohbetten sonra, 20 TL. na apart daireyi aldım. Yaşlı kadın beni götürdü. Koridorda ustalar çalışıyor. Bir odayı açtı. Harika. 1 salon, 2 Oda. Banyo tuvalet var tabii. Buzdolabı, ocak, televizyon hepsi tamam. Gene 4 ayak üstüne düştüm.
Çantamı bıraktım, hemen dışarı fırladım. Hem pide yiyeceğim, hem de bana bu yeri bulan işletme sahibine teşekkür edeceğim. Gittim pideciye, Almanlar oturmuş tatlı yiyorlar. Ben de oturdum, önce bir tavuk suyuna çorba, ardından da karışık bir pide ile bir ayran söyledim. Almanlar tatlılarını tediler, minibüs saatleri geldi. ‘’Bütün gün yedik. Biz yarın Kalkan’da da bir restaurantta karşılaşırız’’ diye takılarak gittiler.
Yemeğim bitti. Kalktım pansiyonun yanındaki marketten bir koli aldım doğru odaya. Bana günlerdir ızdırap çektiren çantanın ağırlığından kurtulacağım. Omuzlarım çürük içinde. Trangia ocak-yemek setini, yakıt şişesini, el fenerini, hazır çorbaları, patates pürelerini, süt tozlarını, kavurmaları vb. gereksiz gördüğüm her şeyi koliye doldurdum. Sanırım bir 5 kg. var. Eve kargolayacağım. İndim aşağıya. Meğer Kınık’ta kargo yokmuş, haftanın belirli günleri geliyormuş. Bebekli genç kadın kendisinin kargoya verebileceğini söyledi. Sevinçle adresi yazdım, koliyi bıraktım. Markete geçtim tekrar. Biraz yiyecek takviyesi yaptım, doğru odaya. Önce çamaşır yıkadım, ardından banyo yaptım. Termal içlikleri giydim. Geçtim televizyonun karşısına. Bir haber kanalı açtım, Yiyecekleri hazırladım, rakımı koydum. Uzattım önümdeki sehpaya ayaklarımı. Şimdi de teknolojinin ve modern hayatın keyfini sürüyorum. Epey bir televizyon seyrettim. Sonra günlük yazmaya geçtim. 24.00 gibi de yattım.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
İlgili
gavurağılı-pydnai arası yaklaşık 5 km ve oldukça yorucu.belceğiz-gavurağılı parkuru gibi ıssız bir parkur ama su kaynakları var.geç saate bırakılmamalı ve işaretler kaçırılmamalı.herşeye rağmen keyifli bir parkurdu.
özlen çayı kenarındaki özlen restaurant(HASAN BALABAN) mükemmel bir pansiyon.kişi başı 30 tl ye konakladık.(bir odada iki kişi kalmak şartıyla)kahvaltı ve akşam yemeği ücretli ama tadlar muhteşemdi.digiturk bile var 🙂
25 nisan 2015 sabahı BEL den başladık ve akşam burada kaldık.
BeğenLiked by 1 kişi