KARİA YOLU – BOZBURUN YÜRÜYÜŞÜ 5. GÜN (26 MART 2016)

Sabah güneş doğarken uyandım. Dışarıda sert bir rüzgar var. Hava da çok soğuk. Çadırdan çıkmak zor geldi ama, hazır yağmur yokken kalkıp toparlanmam lazım.

Bir saat içinde toparlandım. Sadece rüzgarda çadırı toplamak beni biraz uğraştırdı. Ama hallettim. Bugün niyetim Tola’ya ulaşmak. Tola’ya ulaşamazsam da, en azından diğer bir su noktası olan Loryma (Bozukkale)‘ya varmak…

Taşlıca istikametine doğru yavaş yavaş tırmanmaya başladım. Baktım yolun solunda Erdoğan Abi dikiliyor. Yanında da hayvanları. Bir kaç dakika sohbet ettik ve yola devam ettim.

Bayır Köyünden sonra Bozburun Yarımadası bitki örtüsü değişiyor. Bayır’a kadar ormanlık olan arazi, Bayır’dan sonra taşlık ve çalılık bir hal alıyor. Her yer sırf kaya ve çarşak… Boşuna Taşlıca dememişler.

Bahçeli-Taşlıca yolu tırmanışla başlıyor. Daha sonra patika genelde deniz seviyesinin 100 metre kadar üstünden, denize paralel olarak gidiyor. Manzara olağanüstü güzel, ama çok sert bir rüzgar var. Adeta adamı dövüyor. Hava güneşli olmasına rağmen rüzgar nedeniyle montumu giymek zorunda kaldım. Çünkü doğrudan rüzgara maruz kalmak, adamı tam anlamıyla serseme çeviriyor. Ama doğaya çıkmak böyle bir şey. Seçme şansınız yok. Ona uyum sağlamak zorundasınız.

Bir müddet sonra, 2 yıl önce sakat bacağımla gelip kamp kurduğum yere geldim. Sakatlık nedeniyle yürüyüş hızım çok düşmüş ve Taşlıca’ya ulaşamamıştım. Mecburen gece burada kamp kurmuş, sabahta kütük gibi şiş bir dizle uyanıp, yürüyüşü sonlandırmak zorunda kalmıştım. Buradan Taşlıca’ya kadar olan 2 km. lik mesafeyi de zorlukla ancak 6 saatte alabilmiştim.

30 dk. sonra, Taşlıca’yı yukarıdan görüp inişe başladığımız bölgeye geldim. Bir ara arkamda bir ses duydum. Döndüm baktım 40 yaşlarında bir adam, 10-15 metre arkamdan geliyor. Durdum, bekledim. Yanıma geldi tanıştık. Arkadaş Taşlıca’danmış. Aslında denizci imiş. Bozburun da bir gulette çalışıyor, aynı zamanda köyde hayvan bakıyormuş.

Ona yolun bundan sonra ki bölümü hakkında sorular sorarak, sohbet ede ede köye girdik. Saat henüz 10.00… Köy girişinde arkadaşla ayrıldık. Ben doğruca Karia Yolu üzerinde ki kahvehaneye gittim. Bu kahvehaneyi işleten genç bir çocuk, geçen sefer buradan bana bir araç ayarlamış ve Marmaris’e dönmemi sağlamıştı.

Kahveye girdim, genç gene orada. Beni görür görmez tanıdı. ”Oooo abim gelmiş” deyip koşarak yanıma geldi ve içtenlikle sarıldı. Çok sempatik ve güler yüzlü biri.

Oturdum, ayran, çay içtim,bir tost yedim. Kahvedekilerle yolun bundan sonraki bölümünü konuştum. Özellikle de su durumunu. Aslında oraları gören pek yok. Serçe limanını çoğu görmüş ana Karamaka ile Tola’yı gören yok. Bir kişi de Loryma’yı görmüş… ”Serçe Limanında su bulamazsın ama Loryma’da bulursun, ayrıca orada insan da vardır, çünkü daimi kalan çobanlar var.” dediler.

35-40 dk. kadar kahvede oyalandıktan sonra yola çıktım. Yürüyüş Serçe Limanı’na giden asfalt yoldan başlıyor… Bu yol üstünde bildiğiniz demirden sürgülü bir kapı var. ”Bu ne iş’?’ diye sorarsanız, Taşlıca’da yıllardır süregelen bir gelenek varmış. Hayvanlar bu kapının Serçe Limanı tarafına bırakılıyor, diğer taraf ekilip biçiliyormuş. Hasat bitince de kapı açılıp hayvanlar öbür tarafa alınıyormuş. Bu kapı da hayvanları engellemek için yapılmış.

Kapıyı açıp, asfalttan devam ettim. Bir müddet sonra yolun sağında büyük bir meşe ağacı ve solunda da  su çukuru olan bir noktaya geldim. Su çukurundan sonra, sola doğru tırmanan bir patika var. Karia Yolu, bu noktada asfalttan ayrılıyor. Bundan sonra yol kolay. Fazla iniş çıkış yok, hatta epey bir toprak yol var. Tarlaların ve Phonix antik kentinin kalıntıları arasında tatlı tatlı ilerliyorsunuz.

Bir müddet sonra Serçe Limanı’na giden asfalt yola çıktım. Artık yol vadiye iniyor ve Serçe Limanı’na doğru düz bir şekilde gidiyor. Yolun sağında zaman zaman karaya çekilmiş teknelere rastlanıyor. Gene bir tekneyi geçtikten sonra yol, asfalttan ayrılarak, sağdaki tepeye tırmanan bir patikaya girdi. Tırmanış biraz dik, ancak çok uzun değil. O nedenle hızla tepeye ulaştım.

Bu bölge kayalık ve çalılık olduğu için çok net bir görüş imkanı var. Manzara şu, her yer sarp tepeler ve derin vadilerle çevrili. Demek ki sürekli tırmanıp, ineceğiz. Allahtan tepeler çok yüksek değil. Fakat tepelerin zirvelerine çıktığınızda da çok sert bir rüzgar sizi sürekli tokatlıyor.

Yolun bundan sonra ki bölümünde Loryma’ya kadar ciddi bir işaret sorunu yaşamadım. Zaman zaman küçük fasılalarla işaret aramak durumunda kalsam da, yolu hep buldum. Ancak yürüyüş hızım biraz düştü.

Saat 15.00 gibi Loryma’yı tepeden görmeye başladım. İskele ve restaurant artık seçilebiliyor. Bundan sonrası iniş. Hızla inmeye başladım. Bu esnada restauranttan bir adam çıktı, iskeleye gitti, geri döndü ve tekrar restaurant’a girdi. İnsan da var anlayacağınız.

İniş bitti, düz bir patikadan sahile doğru yürüyorum. Sahilden, çakıl taşlarının üzerinden sırt çantalı biri daha geçti ve önümden restauranta girdi. Sanırım saat 16.15 civarında ben de restaurant’a ulaştım. İçeride iki kişi var. Biri balık ağı örüyor, diğeri ise -biraz önce önümden geçen sırtçantalı- oturuyor. Bana hemen ”Hoşgeldin” dediler. ”Hoşbulduk” dedikten sonra hemen temel konuya girdim. ”Su var mı burada?”. Çünkü neredeyse tüm suyumu tükettim. Restaurantın önünde çok sayıda büyük su damanacası var. Onları gösterip ”İstediğin kadar alabilirsin” dedi, balık ağı ören…

Sırt çantamı çıkardım, masaya oturdum. ”Tola’ya akşama kadar ulaşabilir miyim?” diye sordum. ”Hayatta ulaşamazsın, bu gece burada kal, yarın sabah gidersin” dediler. ”İster arkada çadır kur, ister bu koltukta yat, bizim için sorun yok.”

Bir anda kararımı ”bu gece Loryma’da kalma” yönünde verdim.

Bu iki arkadaşın adı da Duran. Her ikisi de Taşlıca köyündenmiş. Balık ağı ören Duran 55 yaşında ve bu restaurantta karısı Hacer ile birlikte bekçilik yapıyorlarmış. Aynı zamanda restaurantın önünde ki iskeleye bağlı küçük bir tekne var. Onunla da zaman zaman balığa çıkıyormuş. Diğer Duran ise, denize yüzünüzü çevirdiğinizde solda kalan burunda yıllardır çobanlık yapıyormuş. Duran’ın boynunda bir dürbün var. Zaman zaman onunla buruna bakıp hayvanlarını kontrol ediyor.

Çoban Duran’ın yaşamı bana çok ilginç geldi, değinmeden geçemeyeceğim. Duran 54 yaşında ve bekar… Mesleği tabi ki hayvancılık. Burunda çok büyük bir mağara varmış. Mağaranın bir bölümünü ağıl olarak kullanıyormuş, diğer kısmını ise kendine ev gibi yapmış. Elektrik yok, su yok… Yiyeceğini ise, haftada bir gün tekne ile önce Serçe Limanına, oradan da motorsikletle Taşlıca’ya giderek temin ediyormuş. O yaşamını anlatınca, bir an gözümün önünde şu manzara canlandı. ”Fırtınalı, yağmurlu, buz gibi bir kış gecesi… Dışarıda yıldırımlar çakıyor ve gökgürültüleri gecenin sessizliğini yırtıyor… Duran ise mağara duvarlarında çeşitli gölge oyunları yapan küçük bir ateşin başında, tek başına yemeğini hazırlamaya çalışıyor… ” 

Bu şartlarda nasıl evlensin Duran. Böyle bir yaşama evet diyebilecek kaç kadın var dünyada… Duran’ın modern hayattan uzak oluşu değil  de, yalnızlığı beni oldukça etkiledi.

Bu esnada limana bir gulet girdi. Sanırım dışarıdaki fırtınadan kaçıyor. Koyun ortasına demir attı, ancak olmadı, tekne demir taradı. Aldı demirini restaurantın önündeki iskeleye doğru yaklaştı. Seslendi nereye demir atabilirim diye. Duran kaptan kalktı. ”Kıçtan kara olabilirsin, ben seni kıçtan bağlayayım” dedi. İskeleye bağlı küçük bir sandal daha var. Her iki Duran’da tekneye atladı. Gulet’in kıştan uzattığı halatı alıp, koyun sağına bağlamak üzere uzaklaştılar. Ben de bu arada fırsattan istifade biraz video çektim.

Duran’lar döndü. Gulet, Kaş’tan İstanbullu birine satılmış ve bu nedenle İstanbul’a gidiyorlarmış. Tahmin ettiğim gibi fırtınadan sığınmak için Loryma’ya girmişler.

Bu tekne sohbeti esnasında Duran Kaptan, benim de emekli bir denizci olduğumu öğrenince, ”İstersen teknede yat, orada yatakta var… Ben sallantıdan rahatsız olursun diye söylememiştim” dedi. Bir anda gözlerim parladı. Yıllar sonra tatlı tatlı sallanan bir teknede uyumak, harika  olacak… Hiç ikiletmeden teklifi kabul ettim.

Bu arada Loryma tam bir tarihi bölge. Sağdaki burnun üstünde kale surları görülüyor. Duran Kaptan, ”esas büyük kale restaurantın arkasındaki tepede” dedi. Ancak bulunduğumuz yerden görünmüyor.

Terliyim ve soğudukça üşümeye başladım. Duran Kaptan’a ”ben tekneye gidip üstümü değiştireyim” dedim. Duran Kaptan düştü önüme, ben arkada tekneye gittik. Kalacağım yer köprüüstünün hemen altında, yer ile sıfır seviyede bir yatak.. Ama geniş, iki kişilik bir yatak… Tavan yüksekliğide oldukça iyi. 1.20-1.30 m. yükseklik var. Rahat rahat oturup işimi görebiliyorum.

Bu sıcacık ortama girince üşümem kesildi. Tekne de hafif hafif sallanıyor. Yatağa sırtüstü uzandım. O kadar harika geldi ki. 5 dk. yatayım dedim. Sonra 10 dk. ya çıkardım. Baktım uyuyup kalacağım, zorla kalktım… Sırt çantamı boşalttım ve terli kıyafetlerimi çıkarıp, kamp kıyafetlerimi giydim. Bu esnada Duran Kaptan geldi beni yemeğe çağırdı.

Restaurant’a gittim. Ön tarafta ki masada yiyeceğiz zannediyorum. Duran Kaptan beni eve davet etti. ”Aman yapma Kaptan” dedim. ”Neden?” diye sordu. ”2 gündür sürekli terliyorum ve hiç banyo yapmadım, ayakkabılarımı çıkarırsam bir felaket olur” dedim. ”Ayakkabılarınla gel, bizde öyle giriyoruz zaten” dedi..

İçeri girdim. Ev tek bir odadan ibaret. Yerde 2 kişilik bir yatak var ve üstünde battaniyeler. Kapının sağında bir köşe takımı ve bir masa var. Karşısında da bir televizyon. Yatağın yanında da bir soba kurulu. Aslında burası restaurantın mutfağıymış. İçeriyi yıkmışlar, bu yaz için yeniden yapacaklarmış. ”Bir haftaya kalmaz tadilat başlar” dedi Duran Kaptan….

Hacer hanım patlıcan yemeği ile pilav pişirmiş. Birde kocaman salata.. Ev yemeklerini özlemişim, afiyetle yedim… Yemekten sonra çay faslına ve sohbete başlamıştık ki dışarıdan, bir el feneri ışığı göründü… ”Duran geliyor galiba” dedim. İçeri başka biri girdi. Bu arkadaşta arka tepede çobanmış. Loryma çevresinde Duran Kaptanlar da dahil olmak üzere 13 kişi yaşıyormuş. Duran kaptan ”akşamları çevredekiler TV bakmaya gelirler böyle zaman zaman” dedi.

Bu arkadaşın adını unuttum. Çünkü bunun adı günlük ama günü gününe tutmak mümkün olmuyor. Aradan 1-2 gün geçince de isimleri hatırlayamıyorum. Hatta bazen olayların yerini bile..

Bu çoban arkadaşta 54 yaşında. (Gerçekten çok ilginç, neredeyse herkes aynı yaşta. Sanırım gençler bu tip işleri yapmadıkları için)  Bekar ve yaz kış o da burada yaşıyormuş. 1-2 saat sohbet ettik.

Saat 21.00 gibi izin isteyip kalktım. Tekneye gidip doğruca yattım. Rakı bile içmedim. Çünkü yarın çok zorlu bir yol beni bekliyor..

Comments
8 Responses to “KARİA YOLU – BOZBURUN YÜRÜYÜŞÜ 5. GÜN (26 MART 2016)”
  1. Uğur CEMEK dedi ki:

    Harika bir gün daha. İlgiyle ve “İmrenerek” takip ediyorum. Umarım Appalachian Trail yürüme hayaliniz gerçekleşir.

    Liked by 1 kişi

  2. pisaniye dedi ki:

    Çobanın hikayesi çok ilginç geldi acaba yanına gidip 3-4 ay kalmamıza müsade eder mi? Hem çobanlık öğrenirim hem yanına arkadaş olurum kandisine nasıl ulaşabilirim acaba

    Beğen

  3. Ertan dedi ki:

    Abi çoban duran’ın gibi ama biraz ona göre lüks bir hayatını yaşan Likya yolunda aperla purple House Rıza aklıma geldi

    Liked by 1 kişi

    • Seawolfmete dedi ki:

      Rıza’yı da tanıyorum. Purple House’da bir gece kalmıştım. Ancak Rıza yalnız değil. Karısı ve dünya tatlısı oğulları Ada ile beraber. Duran’ın ki ise mutlak yalnızlık…

      Liked by 1 kişi

  4. hunter dedi ki:

    is isten gecmeden kacsaydin keske dogaya 60 tan sonra dogaya kacsan nolur kacmasan nolur. o saatten sonra bence doga size kacabilir . posanizi cikartiyorsunuz sehirde emekli olup iki dag bayir yuruyorsunuz sonra adina dogaya kacis diyorsunuz yok yaa..siz doganin ruhunu kirletiyorsunuz.

    Beğen

    • Berkan dedi ki:

      Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. Asıl doğanın ruhunu sen ve senin gibi adına avcı dediğimiz; içinde acıma, sevgi, saygı namına en ufak duygu parçası kalmamış şekilsiz tipler kirletiyorsunuz. Doğa kimseye kaçmaz ama emin olun o avladığınız masum hayvanlar kaçacak size bir gün. Verilen emeğe karşı bu kadar saygısız, bu kadar ahlaksız bir yorumun sahibine diyecek tek bir kelime dahi bulamıyorum artık.

      Beğen

Yorum bırakın